Son bir hafta içinde, Afganistan ülkesi ve Taliban örgütü dünya gündemine damgasını vurdu.  İslam ilimlerini bilmeyen ve  İslami hareketleri sistematik olarak tanımayan bir dizi yazar ve gazeteci  Afganistan ve Taliban’ı analiz ederken kamuoyuna çok sayıda yanlış bilgiler verdiğini özellikle hatırlatarak yazıma başlamak istiyorum.

Taliban denilince hemen, ”Afganlı mücahit”lere sempati duyduğum, seksen ve  doksanlı yllardaki İslamcılık hatıralarım gözlerimde canlanır! O yıllarda Mısır, Suriye ve Filistin İhvan Hareketinin yönetici kadroları görülen Hasan el Benna, Abdullah Azzam, Mustafa Sibaî, Saîd Havvâ, Mervân Hadîd, Saîd Ramazan el Bûtî gibi isimlerin kitaplarını okuyor ve okuduğum o kitaplardaki tarif edilen İslam’a benzemeyen herkesi kafir olarak görüyordum! Yani, şimdi dönüp geçmişime bakıyorum, ey Kadir! Bu felaketin içinden nasıl çıkmayı başarabildin? Doğrusu, ben bile bu durumuma şaşıp kalıyorum!… 

Neyse, asıl konumuz olan Taliban’a geçelim: Evet, Taliban’ın asıl kuruyucusu ve fikir babasının Molla Ömer olmadığını değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum.  Taliban’ın asıl kuruyucusu ve teorisyeni hiç şüphesiz Abdullah Azzâm,  Zevâhir ve Usâme bin Lâdin. 

Abdullah Azzam, 1960’lı yıllarda ‘Filistin’deki İhvan Hareketinin önemli isimlerinden biridir. 1967 ‘de Batı Şeria’nın tamamı İsrail tarafından ele geçirilmesiyle, Azzâm ailesiyle birlikte Ürdün’e yerleşir.  Daha sonra Suriye ve Mısır’da İhvan Hareketinin liderleriyle buluşur, bu iki ülkede İslami faliyetler yürütür ve kısa bir sürede içinde cemaat içinde etkili bir isim olur.  

Azzâm, Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgalinin hemen ardından, yani kısa zaman,  Pakistan ve daha sonra Afganistan sınırına çok yakın konumuyla bilinen Peşâver’e yerleşir. 1980’li yılların ilk yarısı boyunca Arap ve İslam dünyasının dört bir yanından cihadistler, Sovyetler Birliği’ne karşı savaşmak üzere Afganistan’a akın ederken, Abdullah  Azzâm Peşâver’de  bu akışın organizatörlüğünü yaptığını o dönemin İslamcıları çok iyi bilirler. 

Şu nokta da oldukça önemlidir: Abdullah Azzâm, Suudi Arabistan’da tanıştığı Usâme bin Lâdin’i ilk olarak Pakistan’a yanına davet eder ve  ekonomik gücünden faydalandığı Usâme ile birlikte El Kaide-TALİBAN İSLAM  ideolojisinin ilk temellerini Peşâver’de atar. 

 Azzâm, 1985’ten 1989’un sonuna kadar  itibaren başta gittiği İslam ülkelerini, Avrupa ve ABD’nin 28 ayrı eyaletinde buluştuğu binlerce Müslüman göçmenle toplantılar yapar,  onları ”İslam Dini İçin” Afganista’a cihad etmeye çağırır ve ayrıca   CIA ile bir dizi gizli görüşmeler yapar. 

1988 yılına gelindiğinde El Kaide’yi birlikte kurduğu Usâme bin Lâdin ve  Zevâhirî’yi ”İslam Cihad”ın sonraki hedefinin Filistin olması gerektiği konusunda iknaya etmeyi başaramayınca, aralarında fikir ayrılığı doğar ve  kurdukları El Kaide örgütü ikiye bölünür. İşte  bugünkü, Taliban lider kadrosu ve savaşçıları Abdullah Azzam’ın ÖĞRENCİLERİ  olduğunu gerçeğini özellikle islamcı yazarlar çok daha iyi bilir…

Şimdiki Afganistan’a bakacak olursak, Taliban’ın başkent Kabil’e girmesi ve 169 milyon doları yanına alarak Afganistan’dan kaçan Devlet Başkanı Eşref Gani’nin zelil durumu bana Afganistan’ın ilk  Devlet Başkanı Emanullah Khan’ın ülkeden kaçış öyküsünü ve o dönemde Osmanlı- Enver Paşa’nın emir eri olan, ayrıca OKUMA VE YAZMASI hiç olmayan  Beççe-i Saka’nın devlet yönetimini ele geçirme biçimini hatırlatıyor! 

 Eşref Ganî’nin, bundan iki hafta önce, ”Ben Emanullah Khan’a çok saygı duyan birisiyim. Ama, onun, Beççe-i Saka karşısında firar etmesini bir türlü kabullenemedim. Ve ben, Taliban veya bir başkası karşısında asla firar etmeyeceğim ve milletin bana teslim ettiği vazifeyi son nefesime kadar yerine getireceğim” demişti; ama dediğini yapmayarak ülkesine, halkına ve insanlığa büyük bir ihanet içine girdiğine tanık olduk. 

Tam bu noktada şu soru akla geliyor: Rejimler çöker mi? Elbette ki çöker! Ancak, çökmenin alt ve üst koşullarının sağlanması gerekiyor. Yani, zalim ve otoriter rejimleri kınamanın bir faydasının olmadığını realistler iyi bilirler! Dolayısıyla güçlü olmayan bir ülke, kaoslu bir dünyada başarılı olmayı bir yana, ÖLÜR! Yani güçlü değilseniz rüzgarın yaprağı savurduğu gibi savrulursunuz! Güç nedir? Askeri, ekonomik, bilgi, siyasi ve psikolojik faktörleri kapsar.

Evet, yukarı bölümde ülkenin nasıl bir ihanet ve cehalet geleneğinden geldiğinden bahs ettim. ”Sahiden bu nasıl bir ülke böyle?” diyen okurlar  için kısaca şu bilgileri vermekte fayda görüyorum:  

 Birincisi: Afganistan’daki sosyoloji dünyanın en karmaşık bir dizi sosyolojiden biridir. İkincisi: Afganistan, dünyanın en fakir ve en geri kalmış ülkesidir! Üçünçüsü: Dünyanın en kurak ve en vahşi doğasına sahip olan ülkelerden biridir. 

Afganistan’da Peştûn milleti ülke nüfusun yüzde   % 40’ını oluştururken; geride kalanlar ise, Özbekler, Türkmenler, Belûçlar, Hezarâ,  Farslar-Tacikler ve Şiî  kesimlerden oluşuyor. Ayriyeten onlarca silahlı islami grup, yüzlerce aşiret, tarikat ve sunni ve Şia mezhepleri arasında yaşanan ihtilaflar ve çatışmalar Afganistan’ı dünya ülkeler sıralamasında en arkaya  yere koymuştur.

  Afganistan’daki en büyük millet grubu olan Peştûn halkı aslında Afganistan’ı temsil eder, yani Afganistan demek Peştûn demektir, peştuk demek Afganistan demektir. Bu ülkedeki etnik müslüman kimlikler 600 küsur yıl Osmanlı müstemlekeciliğine  tahammül etmesini becerebilirken, ancak 100 yıl içinde bu etnik milletlerin birbirlerine tahammül etmediğini  ve 100 yıldır sürekli iktidar için, İslam için, mezhep için, aşiret için ve asabiye duyguları için birbirlerini  vahşice katl ettiklerini biliyoruz.  

Bundan sonra  Afganistan’da Taliban’ın yönetimi elegeçirmesiyle birlikte, ülkedeki etnik ve dini sosyolojinin daha çok birbirlerini vahşice kalt edeceklerini, açlık, sefalet ve cehalet ülkesi olarak anılmaya devam edeceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok sanırsam. 

 Çünkü, özelde Afganistan toplumunun ve genelde İslam dünyasının çok ciddi bir dizi düşünce-akide sorunu yaşadığını düşünüyorum. Yani yeniden  yorumlanmayan, yoruma kapalı olan, güncellenmeyen, rasyonelleşmeyen, demokratikleşmeyen, eleştiriye açık olmayan, çağın şartlarına göre modern bir İslam ve modern bir mezhep ortaya çıkarmayan  çağımızın  İslam’ı kendisini kuşatan çağın sorunlarından, Müslüman toplumların ve Afganistan’ın başına bela olan şiddet İslam’ın dan  kurtulması mucize gibi görünüyor.  

Yani, İslam dünyasının sorunu ne siyasal egemenlik sorunu ve ne de ekonomik bir sorundur. Çünkü Siyasal İslam, siyasal egemenliğini İran ve Sudan’da elde etmesine rağmen tek bir konuda ilerleme kaydedemedi. Hakeza ekonomik olarak dünyanın en zengin üç ülkesi olan Katar, Dubai ve Kuveyt uygarlıkta, demokraside, insan haklarında, eğitimde, sağlıkta, teknolojide, üretimde ve  kadın hakları konusunda dünya sıralamasının çok gerilerinde yer aldığını görüyoruz.

 Konumuza tekrar dönecek olursak; Amerika, Taliban’ın Afganistan’daki siyasal egemenliği ele geçirmesinde birinci derecede Afganistanlıların sorumlu olduğunu şu sözlerle ifade ediyordu: “Afgan güvenlik güçlerine en iyi ekipmanı, en iyi eğitimi ve en iyi kapasiteyi vermek için 20 yıl ve on milyarlarca dolar harcamamıza rağmen onlara azim veremedik ve onlar da nihayetinde Kabil’i savunmak,  savaşmak  için ve ülke için savaşmayacaklarına karar verdiler”  

Bu noktada kısaca şunu söylemek istiyorum: İslamcılar ya da Müslüman siyasetçiler ülkelerindeki iç karışıklığı ve ülkelerinin  geri kalma sebeplerini ya Amerika ya da İsrail’e tahvil ederler(!) Elbetteki bu yaklaşım gerçekçi değildir,  kasıtlı bir düşmanlık ve İslamcı düşüncenin başarısız bahanesidir… 

Sahiden, Afgan halkı neden ülkesini Taliban’a teslim etti, silahlanmadı ve savaşmadı? Doğru ya! havadan üstlerine düşen bombalar ve üstlerine açılan bir ateş yoktu! Çok daha önemlisi sosyal medyada yayınlanan yüzlerce video görüntülerinde Taliban cehaletinden kaçan onbinlerce GENÇ Afganlıların içinde tek bir kadın, tek bir yaşlı, tek bir çocuk ve tek bir yaralıya rastlanmaması düşündürücü değil mi?  

 Yaşanan şu gerçek çok daha düşündürücü: 40 milyon insan nüfusu, 300 bin asker ve polis gücü olan bir ülkenin Cumhurbaşkanı, tek bir kurşun sıkmadan ülke yönetimini taş devri yaratıklarını hatırlatan Taliban’a teslim ediyor ve Afganistan’ı terk ederken yanında 169 milyon dolar götürüyor!  Evet, bu durum inanılır gibi değil ama gerçek. 

 Elbette ki bu yaşanan insanlık felaketinden Afganistan halkı kadar,  demokratik devletler, ABD, NATO, BM ve AB’de  sorunludur. İnsanların büyük bir bölümü doyunmsuz,  açgözlü, kibirli, bencil, düzenbaz, kötü niyetli ve hepsinden öte vicdansız, şiddete yatkın ve VAHŞİDİR! Siyaset sosyolojisindeki insan karekteri çok daha kurnaz, acımasız ve manipülasyoncudur. 

 İşte bu aç gözlü ve güç peşinde koşan insanlar devletin yönetimini ele geçirdiklerinde,  sahip olduğu  karekter ve davranış dizisi, devlet davranışını ve karekterini  kaçınılmaz olarak meydana getiriyor!… 

Son olarak; Kürt halkının, KDP ve PKK’nin Afganistan’daki gelişmelerden, dersler ve sonuçlar çıkarmak için bir dizi toplantılar yapmalarını öneriyorum. Çünkü Kürtler hala vatanlarında köle, Kürtlerin hala anadilleri yasaklı, ülkeleri dört parçaya bölünmüş, kendi aralarında yüzlerce parçaya bölünmüş, yaralı ve yorgun bir millet! Biz Kürtlerin durum ne garip değil mi?  

Kadir Amac

   

© Copyright - Kadir Amac |