Kürtlerdeki tahribat büyük
Kürt ve Kürdistan’ın sosyolojisi ve demografisi üzerine çeşitli kitaplar yazan Kürt sosyolog Kadir Amaç’ın yeni kitabı Kürtler-Yeryüzünün Yalınayaklıları, Ağustos’a J&J Yayın Evi’nden çıktı. Yazar, Kürdistan ülkesinin siyasal egemenlik ve Kürt halkının hürriyet mücadelesin siyaset felsefesi ve İslam teolojisini referans alarak, yeni bir perspektifle çözümleme sunarak, Kürdistan meselesini bilimsel ve entelektüel tartışmaya açıyor.
Yazar Kadir Amaç, ANF’nin sorularını yanıtladı
Kürdistan’ın sosyolojik yapısı, Kürtlerin hakikat sosyolojisi öğrenme üzerine nasıl bir bakış açısı geliştiriyorsunuz?
Kürdistan davası, spekülatif ve ansiklopedik yorumlarla anlaşılamaz. Sömürge devletlerden yana olan ve onlara hizmet eden Türk, Arap ve Fars toplum bilimcilerin ve teologların Kürtler üzerine yaptığı çalışmalarla da Kürtlerin hakikat sosyolojisini öğrenemeyiz.
O halde nasıl öğreneceğiz veya sosyolojik karakterini kim araştırma konusu yapacak?
İslam ilimlerinde ve modern ilimlerde ihtisaslaşmış Kürt sosyologları. Kürt halkının dini reflekslerini ve geleneksel alışkanlıklarını, rölatif ve sübjektif yorumlardan kaçınarak; monografik, deney ve analitik tekniklerle; tıpkı bir doktorun hastasını müşahede altında tutup hastalığını teşhis ettiği gibi. Kürt halkının dini ve siyasi reflekslerini, geleneksel alışkanlıklarını, hangi durumlarda refleks gösterdiklerini çözümleyebilirler. Bu konuda Abdullah Öcalan’ın ’Özgürlük Sosyolojisi’ önemlidir.
Sizin ’Kürdistan’da Din ve Siyaset Sosyolojisi’ kitabınız da bu konuyla ilgili…
Evet, mütevazi bir katkım olduğunu sanıyorum.
Tekrar Kürdistan’ın sosyolojisine dönersek…
Elbette, bu bağlamda hareketle sorunuzu kısaca şöyle cevaplamak istiyorum; Kürdistan ülkesinin sosyolojisi farklı tabakalardan vücut bulduğunu söyleyebiliriz. Tek bir inanış, tek bir kültür, tek bir düşünüş, tek bir kutsal kitap, tek bir mezhep, tek bir peygamber, tek bir cemaat, tek bir dini lider, tek bir siyasi parti ve tek bir siyasi lider, Kürdistan ülkesinin sosyolojik karakteri değildir!
90’lı yıllara kadar Kürt sosyolojisinin renklerini, formel ve enformel düzeyde Kürt mirleri, ağalar, şeyhler, medreseler, meleler ve dengbêjlerin belirlediğini söyleyebiliriz. Özellikle 90’lı yılların başında yavaş yavaş Türk devlet kanalıyla ve küreselleşmeye meşruiyet sağlayan post modern felsefenin etkisiyle birlikte Kürt toplumu kapitalizm, teknolojik ürünler, modern yerleşim yerleri ve modern alışveriş merkezleriyle tanışarak, sosyolojinin yeni davranışlarıyla ve alışkanlıklarıyla tanıştı.
Çok daha önemlisi yakın tarihte Kürt sosyoloji haritası üzerinde en büyük başat rol oynayan PKK ve HDP faktörleridir. PKK ve HDP’nin seküler siyasi dünya görüşü, Kürt toplumunun büyük bir bölümünün, tasavvur ve davranışlar dünyasının transformasyon geçirmesine vesile oldu.
Kitabınızda hürriyet mücadelesi, siyaset, felsefe gibi temel konulara değinmişsiniz. Kuzey Kürdistan’da yaşananları nasıl okuyorsunuz?
Kuzey Kürdistan’da büyük bir dram yaşanıyor. Dünya devletleri, Türk devletinin Kürt katliamını izlemekle yetiniyor. Bu durum dünya devletleri için büyük bir utanç! Zalim Türk devleti için hep şunu söylerim: Hun ve Cengiz’in silahı, elbisesi ve yiyeceği değişmiş, ancak vahşi ve göçebe karakteri hiç değişmemiş.
Bildiğiniz gibi Türk devleti, 2015’te Kürt gençlerinin hendek kazmalarını bahane ederek Varto, Silvan, Lice, Nusaybin, Sur, Cizre ve Gever şehirlerini delik deşik etti, yüzlerce savunmasız sivili katletti, siyasetçilerini, gazetecilerini, belediyeler eşbaşkanlarını rehin aldı. Belediyelere kayyum atadı. HDP’nin eşbaşkanlarını, milletvekillerini rehin aldı. En az bir milyon Kürt’ü göçe zorladı. Yani Kuzey Kürdistan toprakları, Erdoğan ve İslamcı şürekası tarafından Kürdistan sömürge tarihinin en kanlı dönemini yaşıyor.
Siz sömürge tanımı yapıyorsunuz ve sömürgeciliğin etkilerini de anlatıyorsunuz, Kürtlerdeki tahribatı kısaca paylaşabilir misiniz?
Kürdistan ülkesi, 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması ve 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile dört parçaya bölünerek; Türkiye, İran, Suriye ve Irak devletlerinin sömürgesi oldu. Bana göre Kürtlerin sömürge tanımını şöyle yapabiliriz: Ülkesi işgal edilmiş, dili yasaklanmış, siyasal egemenliği elinden alınmış, ontolojik ve fizyolojik varlığı kirletilmiş ve tüm değerler skalası alabora olmuş bir millet… İkincisi, Kürt’ün primordial ruhu yerinden sökülmüş ve yerine sömürgecilerin ruhu monta edilmiştir. Kendi ontolojik ruhuyla yaşamıyor, sömürgeci devletlerin ruhuyla yaşıyor. Yüreği ise baştan başa işgal edilmiş, sömürgecilerin yüreğini taşıyor. İşgal edilmiş bir ruh ve işgal edilmiş bir yürek, elbette ki sömürgecilere hizmet edecektir.
Kürtlerdeki ulusal bilinç konusuna değiniyorsunuz, ciddi bir ulusal bilinç sorunu var mı?
Kürt milleti, çok ciddi bir ulusal bilinç sorununu yaşıyor. Çünkü müstemleke devletler, Kürt’ün bilincini yerinden sökmüş, kalbini işgal etmiş ve kendi sömürgeci bilincini ve kalbini yerleştirmiş. İkincisi, Kürt milletinin büyük bir bölümünün, estetik muhayyilesi, tasavvuru, sömürgeci unsurların derin anesteziyolojisi altında tutuluyor. Bu nedenle Kürtler, vatan, millet, özgürlük, bağımsızlık, siyasal egemenlik, ontoloji, sanat, epistemoloji, antropoloji, felsefe, sosyoloji, siyaset bilimi, bilimsel teoloji ve tarihselcilik gibi konularda zihinsel egzersizler yapamıyor.
Kürtlerin ulus bilinci, bir nevi ahmaklaştırılmış, yoksa Kürtler bugün yaşadıkları öz toprakları üzerinde köle olmayacaklardı. Sömürgeci efendilerine hizmet etmeyecektiler. Dünya milletler liginde söz sahibi olacaktılar.
Siz böyle tanımlarken topyekun anlaşılabilir, halbuki sizi bunun dışına çıkan bir direnişi de teslim ediyorsunuz…
Kuşkusuz, yukarıda siyasal hareketlerden bahsettim. Kürt milletinin önemli bir bölümü de bunların bilincinde sömürgeciliğin ve etkilerinin reddiyle kendi hakikatine ulaşmış ve direniş halindedir.
Sömürgecilerin Kürt tasnifi de var, bunu neye göre yapıyorlar?
Sömürgeci devletler ile misyoner Türk, Arap ve Fars aydınlarına göre, siyasetin Kürt’ü ile sosyolojinin Kürt’ü aynı şeyler değil. Yani sömürgeci antagonizmaya göre, ulusal bilinç taşıyan her Kürt, siyasal Kürt ve ulusal bilinci olmayan her Kürt de sosyolojik Kürt’tür. Dolayısıyla Türk siyaseti, Kürt meselesini siyasi bir sorun değil, sosyolojik bir sorun olarak görüyor. Bundan dolayı tahakküm siyasetiyle Kürdistan hürriyet davasını Kürt sosyolojisine tahvil ederek, Kürtler üzerinde sürdürdüğü egemenliğini sürdürmek istiyor.
Bahsettiğiniz bu egemen siyaset, Kürdistan davasına ve milletine neyi dayatıyor?
Dayattıkları şudur; biz egemenliğimizi Kürt siyasetiyle asla paylaşmayacağız. Biz Kürt siyasetiyle siyasal egemenliği “müzâkere” (Hukuk) etmeyeceğiz, ancak Kürtlerle sosyolojik “muârefe” (tanışıklık-arkadaşlık-kardeşlik) yapabiliriz.
Bundan dolayı ’barış/çözüm süreci’ dedikleri ’diyalog süreci’ bozuldu; PKK Lideri Abdullah Öcalan ile yapılan bütün görüşmeler kesildi. Yeniden saldırı, rehin almalar, kayyum atamalar devreye konuldu ve Kürtlerin sosyolojisi gözaltına alındı.
İslam’ın, daha doğrusu sömürgeci devletlerin de İslami olduklarını söyleyen toplumların olmasının Kürtlerin toplumsal ve ulusal mücadelesindeki rolünü nasıl yorumluyorsunuz?
İşgalci Müslüman devletler, kendilerine özgürlüğü helal, Kürt milletine özgürlüğü haram görüyorlar. İlginç olan ise Kürtlerin İslam’ın bu silahıyla köleliğe inandırılmalarıdır. Bu durum Kürtlerin ulusal bilincini etkisiz kılan en önemli faktördür.
Size bir olay anlatayım. Mehmet Akif Ersoy ve Mustafa Kemal Atatürk çok iyi iki dosttu. İkisi de ırkçı ve Kürdistan düşmanıydı. İkisi de Kürt milletini İslam kardeşliği adına aldatılar ve Türk devletini birlikte kurdular.
Şêx Said Efendi darağacında infaz edilirken, Mehmet Akif Ersoy’un sahibi olduğu ve editörlüğünü yaptığı Sebilürreşad’ın 15 Haziran1925 tarihli sayısında “Vatanımızı Bölen Şakiye idam” manşetiyle, Kürdistan’a ve Şêx Said’e düşman olduğunu açıkça ortaya koymaktan sakınca görmüyordu. Bu zat, sözde İslam mütefekkiriydi.
Farsların şahları/imamları, Türklerin padişahları/reisleri ve Arapların sultanları/kralları, Kürtlerin kendi öz yurtlarında hür olmasını istemiyor. Kürtlerin siyasal egemenlik talebini sömürgeci eskatoloji ve sömürgeci teolojiyle engellemeye çalışıyorlar.
İranlı düşünür Ali Şeriati’nın “Türkler İslam’a teslim olmadı, İslam’ı teslim aldılar” sözü bu anlamda değerlidir ama eksiktir. Arapların ve Farsların da İslam’a teslim olmadıklarını, aslında her üç sömürgeci devletin İslam’ı esir aldığını, Kürt milletine yaptıkları kötülüklerden anlıyoruz. Çünkü İslam barış diniydi; üstelik Müslüman olan bir milletin dilini yasaklamayı, siyasal egemenliğini elinden almayı ve topraklarını işgal etmeyi büyük bir günah sayıyordu.