Satış linkleri:
Vietnam’da yenilmiş, 68 kuşağının özgürlük talepleri karşısında tutunamamış, petrol krizi ve ekonominin yapısal problemleri karşısında sıkışmış ABD’yle birlikte kapitalist dünya yeni bir çıkış yapmak zorundaydı. Artık ithal ikameci, kapalı ekonomileri açmanın, toplumlar arası ticaret, insan geçişi, şirketlerin ulus ötesi yatırımları, kredilerin serbestleşmesi, gümrük engellerinin kaldırılması, ihracata açık kalkınmanın yolunu açarak hamle yapmanın zamanıydı.
Monetarist politikalar, parlatılan Milton Friedman’ın “kapitalizm ve özgürlük” kitabı ile adeta neo-liberalizmin yeni manifestosunu ilan ediyor, özgürlüğün bayraktarlığını yapmaya kalkışıyordu. Yine John Naisbitt and Patricia Aburdene’ın “Mega Trends” adlı kitabı neo-liberal politikaları uygulayan Asya Kaplanları olarak niteledikleri ülkelerin yükselişinin bütün dünyaya yayılacağını, bu yönelimi takip edenlerin büyük kazanacağını belirtiyordu ki, Özal’da her yerde bunu referans gösteriyor, özelleştirmelere, hayali ihracata, dış ticarete açık ekonomiye geçiş için kullanıyordu.
Baba Bush ABD başkanlığı döneminde “yenidünya düzeni”ni ilan ederken, Sovyetlerin çöküşüne, Doğu Avrupa’da değişen rejimlere, Irak işgaline ve dağılan Yugoslavya’da kanlı iç savaşa, Ruanda’da bir milyon insanın öldürüldüğü soykırıma tanıklık ettik.
Ama neo-liberal dünyanın entelektüelleri Peter Drucker ve Alvin Toffler örneğinde olduğu gibi bilgi toplumunu gündeme taşıyor, artık bilgi üretmenin, yeni teknolojilerin, bilgisayarların gündelik yaşamlarının önemine vurgu yapıyor toplumu, devletleri, pazarı, kültürel değerleri yeni bir mecraya taşıyorlardı.
Millennium’un, yeni binyılın, neoliberalizmin öncülük ettiği yeni kapitalizmin mutlak egemenliğinde süreceğine dair büyük iddialar vardı. Samuel Huntington Batı Uygarlığının mutlak egemenliğini ilan etmek için acele ederken, Francis Fukuyama, geçmişte yaşanan tarihsel süreçlerin son bulduğunu, artık neoliberal bir dünyanın öncülüğünde düzenin yürüyeceğini ilan etmede gecikmedi.
Fakat El-Kaide’nin postmodern aklın diliyle kapitalizmin adeta sembolü, finans merkezi ikiz kuleleri ve savunma merkezi Pentagon’u vurması, akabinde Taliban iktidarındaki Afganistan’ın işgali, yine daha önce güçten düşürülmüş Saddam’ın bulunamayan kimyasal silahları bahanesiyle Irak’ın yeniden işgali görüldü. Savaşların, çatışmaların, güç mücadelelerinin daha da derinleşerek, Tarık Ali’nin kavramsallaştırıp kitaplaştırdığı gibi adeta “Fundamentalizmler Çatışması” yaşandı. Devletlere ait ordular, istihbarat örgütleri yetmezmiş gibi global ölçekte “güvenlik şirketleri” adıyla adeta mafyanın kanuna bürünmüş hali, şirketlere has “özel ordular”, “operasyonel güçler” oluşturuldu. Hakeza, etnik, dinsel, ideolojik kaynaklı lokal örgütler de globalleşti, çağın teknik ve değerlerini kullanarak neredeyse mobil mücadele güçlerine dönüştüler. Diledikleri yerde, diledikleri tarzda ve istedikleri teknolojiyi kullanarak eylem yaptılar. DAIŞ gibi kanlı fantezileri olan, sivil, resmi hiçbir ayrım yapmadan Ortadoğu’dan AB ve ABD’ye değin her yerde İslami cihat iddiasıyla katliam gerçekleştiren bu örgüte mukabele edercesine Norveç’te ve sonraki yıllarda Yeni Zelanda’da Hristiyanlığı öne çıkaran başka bir dinsel kimlikle sivil insanları katledenleri gördük. Arap Baharı, Suriye’deki kanlı savaşlar, mülteci hareketleri ve dinsel radikalizm yanı sıra yeniden yükselişe geçen faşizmden kaynaklı tehlike çanları, yer yer eyleme dönüşüyor, siyasi trendi de etkiliyor. Hal böyleyken, kurulu sistem tarafından kabul görmeyen, izole edilen yüksek dağlarda mücadele eden kadınlar ve erkekler, Suriye düzlüklerinde, bilinen kavramların ötesinde bir tavır ve mücadele örneği göstererek, tam da kendilerinden olmayan kadını köle/cariye olarak satan DAIŞ’lilere karşı özgürlük mücadelesi vermesi artık etnik, cinsel, sınıfsal, ekolojik metaforları bambaşka kavramlarla yeniden tanımlamayı gerektiriyor
Moda olan dijitalleşme sürecindeyiz ve karmaşık, komplike politik sorunların yanı sıra sosyal medya sayesinde ulus ötesi, devlet sınırlarını aşan insan ilişkileri, mobilizasyon, dilsel ve kültürel yakınlaşma, bilginin yeniden üretimi yeni mecralara götürüyor bizi. Ve elbet yeni fenomenler de oluşuyor. Artık neo-liberalizmin yükselişi yerini düşüşe bırakmış, yine ulusların ve ulus-devletin yükselişinin yerine düşüşü tartışılıyor. Artık devletin teknolojide ekonomide merkez güç olması peyderpey terk edilirken, silikon vadisi gibi teknoloji vahalarını, devletlerden daha zengin olmuş ve uzay rekabetine giren şirketleri, devletlerden bağımsız ekonomi, istihbarat ve askeri operasyonel güçleri olan silah üreten şirketleri, onların siyaset üzerine etkilerine tanıklık ediyoruz.
Yaşadığımız bu çağı tanımak, anlamak, kavramsallaştırmak elzemdir, zorunluluktur. Ancak bu sayede kaos ve karmaşa içinde kendimizi görebiliriz. İçinde olduğumuz labirent, kurulan tuzaklar ve çıkış yollarında zor yoluyla müdahaleleri çözmek, ışığa, aydınlığa özgürlüğe ulaşmak akıl oyunlarını gerektirir. Düşünsel çalışmayı zorunlu kılmaktadır.
Maalesef bize güç sahiplerinin merkezlerinde oluşturulan bilgi empoze edilmektedir. Nasıl düşünmemiz gerektiği, bu kısacık ömrümüzde hangi yolları takip etmemiz gerektiği, başarı ve başarısızlığın ölçütü, iyi ve kötü, ahlaklı ve ahlaksız dengesinde onların belirlemelerine uymamız gerektiği ve ancak bu şartlarda hayatımızın anlam bulacağı iddia edilmektedir. Oysa yaptıkları bizi birbirimize düşürmek, çatıştırmak, düşmanlaştırmak krizlerimizi derinleştirmektir. Çok ilginçtir, çözüm adresi, hakikat ve doğruya ulaşmada da yine onlara danışma, onların güçlerine ve akıllarına dayanmak zorundayız.
Oysa kendi penceremizi bulmamız lazım. Oradan dünyaya, uygarlığa, hayata bakmalı. Kendi aklımız, zekâmız, perspektiflerimiz, tanımlarımız ve kavramlarımıza ihtiyacımız var. Büyük güçlerin belirlediği Global/Küresel trendlere karşılık, bizim de Global/küresel duruşumuzu belirlememiz lazım. Eğer bunu becerebilirsek büyük trendlerin okyanuslarında boğulmaz, kendi nehirlerimizin güzelliğini keşfeder, sahipleniriz. En önemlisi kendimizi, doğamızı, çevremizi savunmanın en iyi yolu lokal düzeyde entelektüel mücadeleyle başlayıp globalleşmek, evrenselleşmektir.
Sevgili Kadir Amaç’ın yıllar süren entelektüel gayretlerinin bir ürünü de elinizdeki çalışmadır. Belli merkezi güçlerin oluşturduğu bilgilerin, global trendlerin karşısında bireysel emeğinin ve çabalarının ürünü bir duruş, bir okuyuş sergilemektedir. Var olan sorunları onların gözüyle tanımlamalarıyla değil, aynı meselelere kendisinin analizleri ve bakış açısıyla cevap vermekte, duruş sergilemektedir. Yazar Amaç, yaşamamıza içselleştirilen, örgülerin, tarzların, kavramların, şifrelerin pim kodlarını çözerek farklı bir pencereyi açmaktadır. Eleştirel yaklaşımları ve analizleri zaten sistemleri deşifre ederken, önermeleri üzerinde düşünülmeyi çalışmayı gerektirmektedir.
Tecrübeleri ve tanıklıkları nedeniyle Kadir Amaç’ın İslam dünyası ve tarihi, Kürt kimliği ve bu bağlamda çalışmaları, Avrupa’ya göçü ve bu uygarlığı etüt etmesi ve yoğun okumaları onda farklı bakış ve düşünüş tarzının yeşermesine fırsat vermiştir. Özgün özel bilgilerinin yanı sıra bildiğimiz bilgilerin de yeniden ve farklı yorumlanmasında kendine has bir yaklaşımı söz konusudur.
Bu çalışmaya ayırdığı zaman ve verdiği emekten dolayı Değerli Kadir Amaç’ı tebrik ederken, kitap yayını için emeği geçen bütün çalışanlara da saygı ve hürmetlerimi sunarım.
Ahmet Pelda