Sütyenlerini Havaya Savuran Kadınlar!

Birinci Fasıl                           

                                                                           

            Çalışmamızın bu bölümünde Google toplumunda, kadın ve aile meselesini konu edineceğim. Elbette ki bu toplumsal olguyu akademisyen yazarlar gibi ele almayacağım. Şahsıma özgün, dijital çağın ruhuna uygun, felsefik bir yöntem izlemeye gayret edeceğim.

İnsanlık gezegeni tarihte benzeri görülmemiş bir biçimde değişime uğradı. Toplumların bu sosyolojik devinimini şöyle izah etmek mümkündür: Adeta eskiye dair ne varsa avuçlarımızın içine bırakıldı. Avuçlarımızın içine bırakılan bu eski şeyleri ufalamamızı istediler, biz de avuçlarımızın içine bırakılan bu eski şeyleri ufakladık, toz haline getirdik ve bu tozu güçlü bir nefesle üfürerek havaya savurduk. Evet, havaya savurduklarımızın yerine bu kez avuçlarımıza  yeni bir hayat tarzı, yeni bir anlatım tarzı, yeni bir inanç tarzı, yeni bir düşünce tarzı ve en önemlisi yeni bir aile tarzı bırakıldı ve bizden onları okşamamız istendi.

Bu yeni sosyolojinin iyi yanlarının bizleri sevindirirken, aynı zamanda kötü taraflarının da bizi büyük bir huzursuzluğua teslim ettiği bir gerçektir. Çağı izleyen “göz sosyolojisi” bu yeni duruma ‘‘risk sosyolojisi’’ adını verdi. Gerçekten de bu yeni  hayat tarzımız kendi içinde çok sayıda  riskler barındırıyor. Adeta sihirli bir güç tepemizde durmuş ve bizleri şöyle tehdit ediyor: Risk almadan sizi yaşatmayız; çünkü  hayatınızı risklerle  kuşatmış durumdayız. Önemli olan, bundan böyle  kendimizi ve ailemizi bu emsalsiz sosyolojinin belirsizliklerine ve tehlikelerine karşı nasıl koruyabiliriz ya da nasıl bir çözüm üretebiliriz?

Sevgili Google çağının değerli okurları, bu ambalajı çekici olan sosyolojiyi biraz tarif etmek istiyorum Çağımızın dijital devletleri ve dijital uluslararası piyasaların devasa bütçelere sahip olan firmaları Google çağının insanlarına reddedemeyecekleri bir teklifte bulundular. Dediler ki anne ve babanıza rağmen, dine rağmen, güçlü inançlara rağmen, geleneklere rağmen, ideolojilere rağmen ve toplumun sosyolojik hakikatine rağmen birey olun, anarşist olun, futurist olun, özgür takılın, ailenizden izin almadan dışarıya çıkın, sütyenlerinizi çıkarıp atın, çocuk doğurmayın, istediğiniz insanla sevişin, kiminle istiyorsanız onlarla arkadaş olun, aile kurumunun tabularını yıkın!

Bunun karşılığı için size  aile, toplum, din, kültür ve eski atalarınızın  gelenek bağımlılığından kurtaracak  bir dizi fırsatlar sunacağız. Oysaki onlara bağımlı olmadan rahat ve özgür bir şekilde yaşayabilirsiniz. O halde hazır mısınız? Size öyle fırsatlar sunacağız ki harika anlar yaşayacaksınız, çılgın kadınlar ve erkekler olacaksınız. Evet, tüm ihtiyaçlarınızı karşılayacağız. Piyasadaki ekonomik güç ve güçlü devletler olarak yeni hayatınızda hiç bir sıkıntı yaşamayacağınızın sözünü ve garantisini vereceğiz.  Özgürce yaşam alanlarınızı inşa edeceğiz, sizler için kanunlar çıkaracağız, kanunlarla sizi koruyacağız. Sınırsız banka kredileri vereceğiz, ailenize ve geleneksel değerlere bağımlı olmadan yaşamınızı sürdüreceksiniz ve bunun için yeteri miktarda maddi imkanlar sunacağız. Barınma, gıda, eğitim, sağlık, sosyal haklar ve çalışabileceğiniz iş imkânları  sunacağız ve ayrıca işsizlik maaşı ve sigorta imkanı tanıyacağız size. Evet, bahsini ettiğim bu fantastik dijital literatür bireyciliği, yıkıcılığı, yırtıcılığı ve  feminist hareketleri doğurdu! Örneğin Türkiye’deki feminist kadın hareketinin fikir kozasını inşa eden Amerikalı feminist Carolyn Merchant, Jean Elshtain, Cynthia Enloe, İngiliz feminist yazar Petronella Wyatt, Fransız feminist yazar Simone Beauvoir, Hintli feminist  yazar Vandana Shiva ve kemalist feminist Asena Duygu gibi yazarlar olmuştur. Tam da bu noktada bir sosyal bilimci olarak Kürt kadın hareketi için şunları söylemek istiyorum: Türkiye’deki feminist  kadın hareketi Avrupa’daki feminist kadın hareketinin düşüncelerini Türk aile sosyalizasyonuna tepeden giydirmeye çalıştı ve çok ciddi sorunlarla karşılaşınca dünyadaki diğer feminist hareketler gibi marjinal kaldı.

Size ait olmayan bir sosyolojiyi, size aitmiş gibi yaşayamazsınız. Evet, bu sosyoloji hoşunuza gidebilir; ancak bu sosyolojiyi herkese giydirmeye çalışırsanız kemalizmin yaratığı kadın ve aile modelini yaratmış olursunuz ancak. Toplum bu radikal arzularınıza hazırlıklı olmadığı için büyük çatışmalara yol açarbilirsiniz ve marjinal kalırsınız. Bu düzlemden hareketle makalemizin sosyolojik ve  felsefi amacına uygun kalarak feminizmin ne anlama geldiğini ve feminizm düşüncesinin neyi hedeflediğini dijital çağımızın değerli okurlarına izah etmemiz gerekecektir. Feminizmi kısaca kadınların psikolojik, siyasi ve ekonomik eşitliğini hedef alan ideolojik bir kadın  hareketi olarak tanımlıyorum.

Feminizm hareketi her ne kadar ilk olarak 19. yüzyılda İngiltere ve Amerika’da ortaya çıkmış olsa da özellikle 1960’lı yıllarda İngiltere, Amerika, Kanada, Fransa, Almanya ve benzeri ülkelerde kadın feminist yazarların öncülüğünde yeniden sahneye çıktığını görüyoruz. Feminist yazarlar, 1970 ve 1980’li yılların başında güçlü örgütlenmelerle Avrupa Kıtası’nda gündem olmayı başardılar. Feminist hareketinin beyin kadrosunu ve örgütleme profilini  feminist yazarlar oluşturuyordu. Onlara göre erkek ile kadın arasında büyük bir haksızlık  ve ayrımcılık vardı ve hedefleri bu ayrımcılığı ortadan kaldırmaktı ve  kadınların da erkeklerin sahip olduğu aynı haklara sahip olmaları için mücadele ederek amaçlarını ana hatlarıyla özetlemiş oluyorlardı.  Bu haklı  taleplerinin ayrıntılarında özellikle kadınlara seçme ve seçilme haklarının verilmediğini, kadınlara kredi verilmediğini, kadınların sigortadan mahrum bırakıldıklarını ve kadınların ikinci sınıf vatandaş muamelesine tabi tutulduğunu ileri sürüyorlardı.

Feministler bu hak arama mücadelesini  doksanlı yıllara taşıdıklarında, kendi içlerinde bir dizi fikir ve yöntem ayrılıklarına düşecektiler. Marksist ve sosyalist hareketler içinde ortaya çıkan bu feminist hareketler, zamanla kendi içinde de farklı gruplara ve formasyonlara bölündüler ve bölünmeler içinde  göze çarpan radikal feminizm ekolü olacaktı. Bu radikal feminist yazarlar, kadın ve erkekler arasındaki çatışmanın ve eşitsizliğin sebebinin biyolojik olmadığını ileri sürüyorlardı. Onlara göre din veya toplum, erkek çocuklarını katı, hükmedici ve rekabetçi olmaya şartlandırırken kızlara ise uysal ve itaatkâr olma, güvensizlik rölü ve kadınsı bir ontolojiye sahip olma öğretiliyordu. Yani toplumsal cinsiyet farklılıklarının, anne ve babadan alındığını ileri sürüyorlardı. Patriarkal, yani ataerkil toplumun koşulları ve şartları içerisinde kadının ve erkeğin eğitildiğini ve ona göre yönlendirildiğini ve bunun biyolojik nedenlere bağlanılamayacağını radikal bir biçimde ifade ediyorlardı. Özellikle doksanlı yıllarda bu radikal feminist yazar ve grupları, erkekleri “domuzlara”, ‘‘boğalara” ve benzeri hayvan figürlerine benzettiler. Ayrıca “tecavüzcü erkek” pankart, figür ve animasyonlarıyla meydanlara çıktılar ve meydanlarda sütyenlerini havaya savurdular.

Tarih boyunca toplumlarda erkekler kadınlara egemen gibi görülmüştür. Elbette ki kadın ve erkek arasındaki bu ilişkileri belirleyen güç ve etkileri ortaya çıkarmamız gerekiyor. Bu konuyla ilgilenen yazarların bir bölümü bu meseleyi cinsiyetler arasındaki farklı biyolojik nedenlere bağlamışlardır. Toplumsal yaşamın biyolojik köklerini araştıran bilim insanlarının oluşturduğu bu ana bilim dalına “sosyobiyoloji’’ denilmiştir. Sosyobiyolog yazarlar erkeklerin oynadığı liderlik rolünü uzun yıllar süren evrimin bir sonucu olarak değerlendirirken, ancak çağımızın sosyologların bir bölümü de  bu açıklamalara itiraz eder veya kuşkuyla bakarlar. Hem biyososyologların ve hem de kültürel sosyologların, kadın ve erkek ilişkilerini değerlendirirken kullandıkları anahtar kelimenin partiyarkal (ataerkillik) olduğu görüyoruz. Elbetteki her iki akımın da fikirlerini değerli bulmakla birlikte, her iki akımın, kadın ve erkek ilişkilerinde ileri sürdükleri sistematiği doyurucu bulduğumu söyleyemem. Sanırım bu meseleyi biraz daha postmodern düzeyde tartışmamız gerekecektir. Muhakak, kadının sosyo-biyolojik boyutunda da çok önemli olan noktalar da vardır.  Aynı zamanda kültürel sosyologlar, bu meselenin biyososyolojik bir meseleden ziyade sosyo-kültürel bir mesele olduğunu ifade etmişlerdir. Evet doğrdur, ataerkil kültürün kadın ve erkek ilişkileri üzerindeki etkileri bu savı doğrulamaktadır. Yani  birinin tam yanlış, diğer birinin tam doğru olduğunu söylersem bilimsel eksenden çıkmış olacağımı düşünüyorum. Şimdi bu meseleyi etap etap ileriye taşıyarak çözümlemeye çalışacağım. İklimin, dinin, kültür ve toplumsal öğelerin kadının sosyalizasyonu üzerinde olumsuz bir etki yarattığını göz ardı edemeyiz. Geçmişte kadının sosyalizasyon içindeki konumuyla ilgili yapılan tanım ve rölünün, bugün yaşadığımız çağda eski tanımlamanın ve biçilen rölün  çok dışına çıktığını net olarak görebiliyoruz. Özellikle son 50 yıl içerisinde Avrupa’da kadınların yaşamın her alanında yer alması bu gerçeği fazlasıyla doğrulamaktadır. Bu durumun, sosyokültürel yazarları %100 haklı çıkardığını ve kadının biyolojik bir boyutunun olmadığının ispatı olmaya yeterli olduğunu düşünmüyorum. Sanırım bu durumu biraz izah etmem gerekecektir: Kültürel, dinsel ve bazı toplumsal dinamiklerden dolayı kadının haksızlığa uğradığını ve erkekle aynı eşit haklara sahip olmadığını ileri süren bu görüşün tespitlerinin önemli oranda doğru olduğunu söyleyebiliriz; ama bu yazarlar, bu işin biyolojik boyutunu ihmal ediyorlar ve yazarların çoğu ideolojik saiklerle hareket ediyorlar. Sosyobiyolog bilim insanlarının, insan biyolojisinin hangi yönünün (hormonlar mı, genetik mi, kromozomlar mı, beynin boyutları ve  devreleri mi?) doğal olarak cinsiyet eşitliğini geliştirdiği konusunda farklı farklı görüşlere sahip olduğunu biliyoruz. Nörologların ortak görüşü ise şudur: Sinir sisteminin hormon sistemiyle etkileşiminin eril egemenin biyolojik temelini oluşturduğunu söylerler. Biyolojiye dayanan kuramlar erkek ve kadın arasındaki bu biyolojik yasaların veya bu  fizyolojik doğal faktörlerin eşit bir topluma ulaşmanın pratikte mümkün olmadığını ileri sürerler. Yani kadın ile erkek arasındaki bu biyolojik dengeyi ihmal etmenin doğa yasalarıyla, kadın ve erkeğin yaradılış yasalarıyla savaşmak anlamına geldiğini düşünürler. Çünkü haklıdırlar, kadının ve erkeğin yaratılış yasaları birbirinden farklıdır. Bu şu demek olmuyor: Erkek kadından daha değerlidir veya  erkek kadından daha değersizdir anlamı çıkmaz. Ya da erkek kadından daha üstündür veya kadın erkekten daha  üstündür durumunu yaratmaz. Aksine erkek ve kadın birbirini tamamlar. Her ikisi de değerlidir, birini ortadan kaldırırsak diğerinin hiçbir değeri kalmaz. Her ikisini bir araya getirdiğimizde bir değer ortaya çıkmış olur.

Tek yönlü okumalar  ve tek yönlü eğitimler bize bir ideoloji veya dini bir bakış açısı kazandırıyor. Bu bakış açısı meseleye puslu gözlüklerle bakmamıza nedem oluyor. Örneğin hem kadınların hem de erkeklerin sosyalizasyonlarını belirleyen, egemen yaşam tarzı ve egemen inançtır. Toplum sadece kadınları şekillendirmiyor. Kadının ve erkeğin  toplum içindeki mevkilerinin ve oynadıkları rollerinin zaman ve mekana bağlı olarak görülen çeşitliliğini bir dizi bulgularla ortaya çıkarıyor.

Modern çağ öncesi, kadın ve erkek rollerinin ve misyonlarının bebeklik ve çocukluk yıllarında anne ve babalar tarafından belirlendiklerinden söz etmiştim; ancak bugün ise, erkek ve kadın rollerini reklam şirketleri ve dijital piyasalar belirliyor.  Bu yeni durumu yukarı  bölümde ana hatlarıyla açıkladığımı düşünüyorum. Bu yeni durum, anne ve babayı kız ve erkek çocukların rollerini belirlemede etkisiz bırakıyor. Çünkü, anne ve babanın aile içindeki yetkisi ve otoritesi şirketlerle ve Gooogle ile paylaşıldı. Ailenin bulunduğu mekân değişti, bu yeni mekana başkaları taşındı. Apple cep telefonu ve Google bu mekânın yeni ortakları oldular. İşte bu mekân, anne ve babanın çocuklarıyla iletişim kurmasını böylece zorlaştırdı ve çocukları anne ve babaya karşı çevrimdışı moduna sokmayı başardı. Çocuklar  artık anne ve babalarını görmüyorlar, duymuyorlar ve onlardan roller almıyorlar. Bu yeni durum onların hoşuna gidiyor. Çünkü yanlarından bir saniye bile ayırmadıkları akıllı cep telefonları, onlara annelik  ve babalık rolünü oynuyor ve onları GOOGLE ile buluşturuyor, çocuklara çılgın roller ve çılgın anlar yaşatıyor. Dolayısıyla bugün, erkek ve kız çocuklarımızın rollerini belirleyen bu yeni dijital sosyolojiyi eski atalarımızın kız ve erkek çocuklarına biçtiği rollerle karşılaştırmamız gerekecektir. Eski atalarımızın umranlarında, kadın ve erkeğin yaşam tarzları bu kadar risklerle kuşatılmamıştı.

İstatistik bilimi bugün, kız ve erkek çocuklara biçilen rollerin eskiye oranla kıyaslandığında, çok daha kötü ve ürkütücü bir tabloyu  önümüze  koyuyor. Ancak feminist yazarlar ve marjinal kadın hareketleri kadın ve erkeğin ontolojik ve biyolojik varlığına ilişkin şimdilik çevrimdışı görünüyorlar. Dolayısıyla, feminist yazarlar ve marjinal sol gruplar  kadını değerlendirirken kadının biyolojik boyutunu ihmal ediyorlar. Örneğin, kadın doğa şartlarına karşı bir erkek gibi dayanıklı durabilir mi? Karanlıkta tek başına yürüyebilir mi? Bir dağ evinde yanlız başına hayatını sürdürebilir mi? Bu riski göze alabilecek kadar biyokimyası buna uygun mu? Ya da bir erkek gibi açlık ve susuzluğa ne kadar dayanabilir?  Feminist yazarlar ve özellikle radikal feminist gruplar kadın bedeninin erkek tarafından denetim altına alındığını düşünüyorlar. Erkeklerin, cinsellik ve  üreme arzusunu gerçekleştirmek için, kadına annelik rolünü biçtiğini ve  sonra ona tecavüz ettiğini ve kadın buna karşı koyduğunda erkeğin kadına  şiddet uygulayan “tecavüzcü bir hayvan” olduğunu ileri sürüyorlar. Feministler, bu sapkın düşünceleriyle ve biyolojik yasalara karşı isyankâr tavırlarıyla karşımıza çıkıyorlar. Bu da muhtemelen feminist kadınların kadınlık hormanlarında veya biyokimyalarında bir dizi problemlerin olduğuna işaret ediyor. Erkekleşen ve erkeğe düşman olan bu tür kadınların, sonradan lezbiyenliği tercih ettiklerini ve bu yeni cinsellik türüyle kendilerini çok daha mutlu ve özgür hissettiklerini araştırmacı sosyologlar ortaya koymuşlardır. Örneğin feminist bir kadın, “erkek biriyle seviştiğinde” eşit sevişmediğini, ancak “kadın kadına seviştiğimde daha eşit seviştiğini” düşünüyor. Değerli kadın ve erkek okuyucularıma bu konuyu biraz daha detaylandırmam ve  çözümlemem gerektiğini düşünüyorum. Bu çalışmamda, erkek ve kadının biyolojik yaratılış yasasını referans aldığımı belirtmiştim. Elbetteki  ataerkil sosyolojinin momentlerini de göz önünde bulunduruyorum ve bu momentlerden yararlanıyorum. Çünkü orada da bir gerçeklik ve bilimsellik vardır.

  1. yüzyıldan sonra insanın yaratılışla ilgili büyük sırları ortaya çıkarıldı. Özellikle, cinsellik ve dürtüler konusunda Darwin ve bugünkü biyolog ve nörolog yazarlar en güçlü gücün cinsellik ve dürtüler olduğunu ortaya koydular. Biyologların yanında seksologların da kadın ve erkeğin içgüdülerinin ve dürtülerinin onlara harika anlar yaşatığını söylediğini biliyoruz.  Bana göre cinsellik, yeme ve içme gibi biyolojik bir durumdur. Ayrıca, kadın ve erkeğin yanyana gelmesini bir yanardağa benzetiyorum. Adeta  bir atom bombası gibi! Nasıl mı? Kadın ile erkeğin birbirlerine dokunuşları elektriği meydana getirir. Bu erotik dokunuşların testosteron hormonunu ateşlemesiyle birlikte, yatak bir anda yanardağa dönüşür! Evet, bu biyolojik yasaları ne devletin kanunlarıyla ne dinle ne kültürle ne ahlâkla ve ne de feminist düşüncelerle ortadan kaldırabiliriz. Erkek ve kadının birbirlerine dokunuşlarından meydana gelen bu yanardağ, ne kadını ve ne de erkeği değersiz ve eşitsiz kılmıyor, aksine her iki cinse muhteşem anlar yaşatıyor. Erkek ve kadına en fazla haz veren, en fazla mutluluk hormonu  salgılayan ve her kötü duyguyu bir süreliğine ortadan kaldıran şeyin cinsellik hormonları olduğu gerçeği  apaçık ortadayken, cinselliği erkeğin tecavüzcülüğüne tahvil etmeyi biyolojiye savaş açmak olarak yorumluyorum. Dolayısıyla feminist yazarların ve marjinal sol grupların görüşlerini çılgınlık ve taşkınlık  olarak görmek mümkündür. Çünkü bu durum doğal yasalara, insanın biyolojisine ve ontolojisine direkt olarak yapılan bir savaş olarak karşımıza çıkıyor. Bu mahfilde, kadın ve erkek  rollerinin birbirinden farklı olduğunu gözden kaçırmamamız gerekiyor. Her biri kendi ontolojik rolünü oynuyor. İfade ettiğimiz gibi, kadın ve erkek birbirlerine dokunma rollerini oynamadıkları durumda, aralarında bir  yanardağın meydana gelmesi ve patlaması  mümkün olmayacaktır. O halde şöyle çapraz bir sorgulama yapabilir miyiz? Erkeklerle kadınlar arasındaki anatomik farklılıklara ve kesinlikle farklılaşmış bedenlere, bizi birleştiren şeyler yerine aksine bizi ayıran şeylere değinilmektedir diyebilir miyiz? Elbette ki diyebiliriz. Çünkü bu değişimler rastlantısal değildir, elbette ki bunlar cinsel farklılığın erillik-dişilik, homoseksüellik-heteroseksüellik cinsel eylemliliğin sosyalizasyon süreci içindeki karmaşık bir tarihsel geçmişe ve bugünkü postmodern duruma da işaret ediyor. Örneğin, bu biyolojik durumla ilgili transseksüellerin durumunu göz önünde bulundurabiliriz. Bu konuyla ilgili ünlü sosyologların dünya genelinde yaptıkları istatistik çalışmalarına baktığımızda ilginç sonuçlarla karşılaşırız. Yani, erkeğe dönen kadın sosyolojisine  zamanımızı ayırdığımızda, kadından erkeğe dönüşen bu insanların “göğüslerinde göğüslerinin olabileceklerini ancak onlar yokmuş gibi” davrandıklarını görürüz. Çünkü kendilerini erkek gibi hissediyorlar. İsmini unutuğum bir yazarın dediği gibi “kendilerini Sylvester Stallone kadar erkek hissediyorlar.” Ve kendilerini erkek hissettikleri için sütyenlerini havaya savuruyorlar.

Eril Dodo isminde bir yazar, The Economist’te fareler üzerinde yapılan bir deneyle ilgili şu bilgileri paylaşıyordu. “Bilim insanları iki sperm çekirdeğinden yapılmış bir çekirdeği bulunan bir embriyo ürettiler. Ayrıca bir de iki yumurta çekirdeğinden yapılmış bir çekirdeği bulunan başka bir embriyo ürettiler. Çok önemli bir fark ortaya çıkmıştı. Spermden elde edilen embriyo büyük ve sağlıklı bir plasenta geliştirdi, ancak cenin hafifçe deforme olmuştu ve daha küçüktü. Yumurtadan elde edilmiş embriyo ise iyi durumda, sağlıklı bir cenin, fakat küçük ve kötü şekilli plasenta geliştirmişti. Plasenta iyi durumda olmadığından cenin kısa bir süre sonra öldü.” 

            Biyolog yazarlara göre, plasenta daha çok babadan gelen genlerden oluşuyor. Bu plasenta genleri çok etkileyici, çok aktif olurlar. Ayrıca annenin bedenini sömüren babalık genleri ile doludurlar. Erkeğin plasenta genlerinin bencil olduğuna ve annenin plasenta genlerine baskı kurduğuna değinirler. Ayrıca bilim insanları bugün erkeğin plasenta genleri üzerinde yaptıkları araştırmalarda ilginç sonuçlarla karşılaştılar. Özellikle İngiltere, Fransa, Almanya, Amerika ve benzeri gelişmiş batı ülkelerinde her yıl yapılan araştırmalarda erkeğin plasenta genlerinin her geçen gün azaldığını ortaya çıkardılar.  Bilim insanları her yıl plasenta  hormonun azalmasında teknolojik gelişmeleri, kimyasal maddeleri, çevre kirliliğini sebep olarak gösterirler. Ayrıca bu durumun tükettiğimiz  yiyecekler ve içeçeklerin ve giydiğimiz ve kulandığımız araç ve gereçlerin içine karıştırılan kimyasal maddelerin insan biyolojisi üzerinde yarattığı yan etkilerden kaynaklı olduğunu ortaya koydular. Yukarıda tarif etmeye çalıştığım durum, bize şunu göstermektedir ki kadın ile erkeğin yaratılış yasalalarının farklı olduğu gerçeğini bilim insanları bize fazlasıyla kanıtlıyorlar. Erkeğin buradaki kromozomlarının daha aktif ve güçlü olmasının ve kadında da aynı ve eşit horman sayısına fırsat tanımamış olmamasının sebebini yaradılış kanunu olarak tarif ediyorlar.  Yani buradaki ayrımcılığı erkeğin kendisinin yapmadığını, erkeğin biyokimyasından kaynaklı 1.01 olduğunu ortaya koymuşlardır. Bilim insanlarına göre biyolojik olarak insanlar, erkekler ve kadınlar olarak yaratılmışlardır. Bir erkekte X, 1 de Y kromozomu, testosteron vardır. Kadında ise 2 X kromozomu, rahmi ve  östrojen vardır. Tüm bu anlatığımız bilimsel hakikatlere rağmen, feminist  yazarlar ve marjinal sol gruplar kadın ve erkek ilişkilerini ideolojik bir ütopya üzerinde inşa etmekte ısrarlı görünüyorlar.

Sonuç olarak, erkeğin kadına karşı olan duygularını tamamıyla bir cinsellik üzerinde yorumlayamayız. En az cinsellik kadar etkili olan bazı duyguların ve davranışların da cinselliği ifade ettiği bir gerçektir. Çünkü cinsellik fiziksel bedene ilişkin bir şey olduğu kadar, inançlarımız, ideolojimiz, imgelerimiz ve davranış kalıplarımızın da benzeri bir dizi cinsellikleri bedenimiz üzerinde yarattığını görmezlikten gelemeyiz. Feminist ve marjinal sol  yazarların patriyarkal literetürlerine tezatlık teşkil eden şu örnekleri de verebiliriz. Örneğin MÖ 51ʼde Mısır’da Kleopatra, 700’de Çin’de  İmparatoriçe Wu ZetianKur’an’da Neml Sûresi 22-44’te Saba Melikesi Kraliçe Belkıs, 1533’de İngiltere’de 1. Elizabeth ve 1651 Osmanlı İmparatorluğu’nda Kösem Sultan.  Dolayısıyla kadının da biyokimyasında erkek gibi  iktidar olma arzusu vardır. Kadında ve erkekte iktidar arzusunu harekete geçiren tek neden ne biyoloji ve ne de mitlerdir. Yaklaşık olarak diyorum ki, kadın ve erkeğin iktidar algoritmasını hem biyoloji ve hem de mitlerin belirlediğini söyleyebiliriz. Ayrıca erkeğin ve kadının bu evrimsel macerasının devam ettiğini söylmekle birlikte bu maceanun ileride nasıl bir sosyoloji yaratacağı merak konusu.

İkinci Fasıl

Demokratik Aile Modeli Nasıl Olmalı?

            AHLÂK, evimizin açık duran kapısından içeriye giren Google’u görünce ceylanın aslanı fark ettiği gibi evin kapısından dışarıya kaçtı. Evin sahipleri olan anne ve baba çifti  kapıya kilit vursalar da AHLÂK evin dışında, GOOGLE da evin içinde  kaldı.

Google Toplumunda aile, akraba, komşu, spor kulüpleri, yardımlaşma dernekleri, eğitim vakıfları, düşünce kulüpleri, siyasi parti ve benzeri örgütler etrafında bir araya geliriz ve buralara  üye oluruz. Saydığım tüm bu toplumsal katmanlarda yer almamızın ve üye olmamızın acaba sebepleri nedir? Bu sebepeleri, elbette ki problemlere karşı toplumsal sorumluluk almak, problemlerin çözümü için görev dağılımında bulunmak, kolektif  yardımlaşma ve dayanışma örneğini sergilemek ve toplumda yaşanan krizlerin yönetiminde yer almak olarak sıralayabiliriz. Oysaki bireysel meseleler yukarıda belirttiğim toplumsal meseleler gibi değildir. Bireysel meseleler tamamıyla kişiyi ilgilendiren durumlar ve kişiyi ilgililendiren kararlardır. Yani bireysel kararlar aile, mahalle, şehir, belediye hizmetleri, parti, örgüt, devlet ve benzeri toplumsal ve kolektif meseleleri  kapsamıyor. Dolayısıyla bir aileyi, bir mahalleyi, bir şehri, bir ülkeyi, bir partiyi ve bir milleti ilgilendiren konularda kolektif bir düşüncenin, kolektif bir kararın ve kolektif bir mücadelenin ortaya çıkması için demokrasinin prensiplerinin olması gerekiyor. Tam da bu noktada aklıma İngilizlerin eski bir atasözü geldi: “Ayakkabıyı ayakkabı tamircisi yapar ama ayakabının neresinin vurduğunu ancak giyen kişi söyleyebilir.” Aileyi, anne ve baba yönetirken yönetimden en çok etkilenenler çocuklardır. Devleti yöneten hükümetin uygulamalarından ise en fazla etkilenen toplumun tüm katmanlarıdır. Dolayısıyla aileyi yöneten anne ve baba ve devleti yöneten siyasi irade-hükümet, siyasi hareketler ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, onları denetleyen mekanizmadan ve bu mekanizmanın etkisinden uzaktaysalar en iyi olasılık da aileler çocuklarının ve hükümet de insanların ihtiyacına karşılık veremez. Bu durumda hem devleti yöneten politikacılar ve hem de aileyi yöneten anne ve baba en kötü olasılıkla kendi bencil çıkarlarına hizmet ederler ve sonunda yozlaşma başlar.

            Ahlâkın evden kaçması ve Gooogle’un ev içindeki hakimiyet hikâyesini biraz detaylandırmak istiyorum. Yunanlı düşünür Sokrates demiş ki “Hayatınızda bir kez evlenin, eşiniz iyi çıkarsa mutlu olursunuz; iyi çıkmazsa FİLOZOF olursunuz.”  Benim için, insanın ahlâkı kaçmamış bir ailesi olursa, yaşamın bir anlamı olur. Çünkü neden var olduğunuzu anlarsınız, niçin çalıştığınızı anlarsınız, niçin sevdiğinizi anlarsınız, benim için aile her şey demektir. Çünkü her şeyden vazgeçebilirim ama ben ailemden vazgeçemem, aile ve çocuk sahibi olmak en önemli esastır ve en önemli değerdir. Bana göre hem anne hem baban aileyi dağıtmadan, boşanmaları gerçekleştirmeden önce bu gerçeği görmek zorundadırlar. Çünkü hem kendi dünyalarını ve hem de çocuklarının dünyalarını büyük bir zindana çevirmiş olurlar. Ailelerin boşanma bunalımı sırasında çocuklar hem anne hem de baba için ikinci plana düşerler.

İnsanın doğası bencildir. Devletin doğası bencildir. Boşanan erkek ve kadınlar kendi sorunlarına öncelik tanırlar. Boşanma işlemleri son bulurken, ebeveynler hemen her bakımdan çocuklarını ARZULARI için ihmal etmiş olurlar. Evet, ev düzeni bozulur, çocuklar kendi hallerine bırakılır, ayrı yaşayan ebeveynler çocuklarına daha az zaman ayırır ve onların yüzüne daha az bakarlar ve onlara daha az önem verirler. Bu karmaşanın içinde en kazançlı çıkansa sadece ÇIPLAK BENCİLLİK olur. İşte tam da bu aile sosyolojisini, saç ve sakalın birbirine karışması durumuna benzetiyorum. Her geçen gün geleneksel aileler küçülüyor, aile otoritesi azalıyor, hiyerarşik tabaka zayıflıyor ve bunun yerine daha çok fazla hoşgörü, esnek roller ve kibar davranış modelleri çeşitlilik kazanıyor ve özellikle baba otoritesine boyun eğen aile toplumun geri kalanı için tabakalaşma modeli olma özelliğini her geçen gün kaybediyor. Bu yeni aile sosyolojisinin en kötü tarafları ise şu gerçeklerdir: Bu yeni aile sosyolojisinde daha az sayıda genç evleniyor, kadın daha çok ev dışında çalışıyor, boşanma oranları her geçen gün çığ gibi büyüyor. Aman Allah’ım!  Ayrıca, evlilik ve aile kurumu şimdiye kadar hiç bu denli soyut ve kısa ömürlü temeller üzerine kurulmamıştı. Eski sağlam temelli ve düzenli olan her aile dağılıyor, giderek kayboluyor. Adeta erkek ve kadın, makro ve mikro hedonizmin kozmosunun arafında bulunuyor. Bu yeni aile sosyolojisini, makro ve mikro kozmosta bir araya gelen çılgın bir erkek ve çılgın bir kadının dünyası olarak tarif ediyorum. Bu korkunç sosyoloji her geçen gün gittikçe yaygınlaşıyor, geleneksel aile değerleriyle olan bağlarımızın neredeyse bir kopuşu yaşanmak üzere. Devletler, uluslararası kurumlar, sosyologlar, yazarlar ve psikologlar  bu konuda oldukça endişeli ve kaygılı görünüyorlar. Özellikle Amerika, Batı Avrupa Devletleri ve bu konuya kafa yoran ünlü yazarların adeta aile içindeki bu çöküşü durdurmak, kadın ve erkek arasında açılan bu mesafeyi kapatmak ve kadın ve erkeğin kendi biyolojik kodlarına geri dönüşleri için büyük bir seferberlik başlattıklarına  biz sosyologlar şahitlik ediyoruz.

Özellikle Google ve Apple, anne ve babanın  çocuklarını kamusal alana hazırlamalarına büyük bir engel çıkarıyor. Silikon Vadisi, Feminist hareketler, marjinal sosyalist gruplar, menfaat grupları, pezevenkler ve reklam şirketlerinin de aile düzeni üzerinde büyük gedikler meydana getirdiğini göz ardı edemeyiz. Tüm bunları ifade ettikten sonra eski otoriter aileye ya da ataerkil aileye geri dönüş olsun demiyorum. Elbette ki ataerkil toplumdan, eski otoriteden ve aile otoritesinden kalma güzel olan yönleri yaşatmalıyız. Çağın ruhuna uymayan, kadının ve erkeğin yaradılış asaletini ortadan kaldıran mitlere yeni bir format atmamız gerekecektir. Ayrıca realistlerin ve liberallerin aileye, kadına ve erkeğe biçtiği rolleri yeniden tefsir etmemiz  ve aynı şekilde bu postmodern algoritmaya da yeni bir format kazandırmamız kaçınılmaz olmuştur. Dolayısıyla hem erkeğin ve hem de kadının doğalarında şiddetin var olmadığını kim söyleyebilir ki? Bana göre kapitalizim, sosyalizim, İslam, Yahudilik, Hıristiyanlık ve diğer dinlerin hem erkeğe ve hem de kadına çok büyük iyilikler ve hem de çok büyük kötülükler  yaptığını düşünüyorum. O halde çağın ruhuna ve insan fıtratına uygun, SEVGİ, AHLAK, VİCDAN ve DEMOKRASİYİ referans alan ÜÇÜNCÜ BİR YOLU ÖNERİYORUM! Yani demokratik bir aileden bahsediyorum: Demokratik bir ailenin kozasını sevgi, ahlak, akıl, vicdan, rollerin taksimatı ve eylem inşa eder. Aileyi bir eğitim fakültesi olarak düşünelim. Bunun için de düzen, kaide ve kuralın olması gerekiyor. Sorumluların ve yöneticilerin  olması gerekiyor. Elbetteki toplumun en güçlü halkasını AİLE oluşturuyor!

Birey aileyi, aile toplumu ve toplum da devleti oluşturur. Ailede baba değerlidir, anne değerlidir ve her ikisi de çocukların eğitilmesinden sorumludurlar. Baba ve anne aile içinde öğretmen, mühendis ve otorite görevlerini icra ederler. Yani aile, anne ve babayı, çocuklarını kamusal veya sivil alana hazırlayan ilk eğitim fakültesi olarak tarif edebiliriz.  Bu demokratik ailenin fakültesinden mezun olan kız ve erkek çocuklarını kamusal alana hazırlayacağız. Demokratik ailelerin yetiştirdiği erkek ve kadın rolleri topluma karışacak, topluma egemen olan kötülük odaklarına karşı sevgileriyle, ahlâklarıyla ve akıllarıyla savaşacaklardır.

Yukarı bölümde ifade ettiğimiz gibi, hem kadın hem de erkek değerlidir. Değer parametrelerini kendi biyolojik hakikati içinde değerlendirmemiz gerekecektir. Biyolojik olarak birinin diğerine üstünlük sağlaması çiftleri değersiz yapmaz. Bilakis biyolojik olarak her iki insan türü kendi rollerini oynamış oluyorlar. Örneğin aile içerisinde kadın şiddete maruz kalıyorsa, demokratik devletin hemen harakete geçmesi gerekiyor ve ailenin demokratik teamüllerle buluşmasında arabuluculuk görevini üstlenmesi gerekiyor. Demokratik devlet, kadına şiddet uygulayan bu erkeği hapishaneye tıkmamalıdır. Çünkü hapishanede bu erkeğin şiddet alışkanlıklarını terk etmediği gerçeğini sosyal bilimciler yaptığı bilimsel araştırmalarda yüzlerce kez ortaya koydular. Kadına şiddet uygulayan bu erkeğin bir rehabilitasyon merkezinde gözaltında tutulmasını öneriyorum. Rehabilitasyon merkezinde görevli olan psikologlar,  sosyologlar ve ahlâkçılar her gün düzenli olarak bu kişiye eğitim vermelidir ve kişi şiddet alışkanlıklarını terk edecek bilince ulaşıncaya kadar eğitimlere devam edilmeliidr.

Demokratik devletin görevi çiftleri hemen boşamak olmamalıdır. Elbette ki devletin mahkemelerinden  boşanma kararları da çıkacaktır. Modernitenin mahkemelerinin aileyi boşaması yerine çözüm üretmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Postmodern devletler çözüm üretme yerine boşanmaları tercih etti ve bugün bir çığ gibi büyüyen bu boşanma hadiseleri hem optimal devleti ve hem de toplumu büyük bir krizle karşı karşıya getirdi.  Özellikle batıdaki demokratik devletler son 20 yıl içerisinde aileyle çok daha yakın bir ilişkiye girmiş ve devletlerin önemli imkanlarını ailelerin korunmasına seferber ettiği tespit edilmiştir. Çünkü hızla artan boşanma oranları çocuk suçluların çoğalmasına, ebeveynlerin otoritesinin gözle görülür biçimde azalmasına, ailelerin devlete olan güven duygusunun azalmasına ve toplumsal gerilim ve gerilemeye neden olmutşur. Amerika’daki bu felaketleri gören Demokrat Parti senatörlerinden Daniel Patrick, babaların olmadığı bir topluluk karmaşayı arar  ve sonunda da belasını bulur” der. Bugün yaklaşık olarak her yıl iki milyona yakın babasız ve annesiz çocuğun dünyaya geldiğini değerli okurlarımla özellikle paylaşmak istediğimi belirtmek istiyorum.    Özellikle İngiltere’de de araştırmacıların ortaya koyduğu verilere göre, ailelerin üçte ikisinde çocukların babaları yoktur. Paris’in vahşi banliyölerinden bazıları da pek farklı sayılmaz. Postmodern sosyologlara göre  “kadınlar devletin daha iyi bir ekmek kapısı olduğu fikrine kapılırlarsa, boşanmalar çok daha hızlı gercekleşir, babalık kurumunun değerinin daha düşük olduğu kanısına varırlar.’’

Yukarıda belirtiğimiz sebeplerden dolayı Amerika, İngiltere, Almanya, Belçika, Fransa, İspanya, İtalya ve benzeri ülkelerde aile kurumuna geçmişe oranla çok büyük bir değer verildiğini ve bu devletlerin aile kurumunu ayakta tutmak için büyük bütçeler harcadığını araştırmacılar ortaya koymuşlardır. 2020 ile 2004 yılları arasında yapılan araştırmalarda eskilere oranla aile üzerinde çok büyük sorunların ve yıkımların olduğu ortaya çıkmıştır. Özellikle İzlanda, Belçika, İsveç, Danimarka, Fransa, İngiltere, ABD, Kanada, Avustralya, Almanya, Hollanda, İspanya İtalya, İsviçre ve Japonya gibi ülkelerde ailelerde bir çözülmenin olduğu net olarak ortaya çıkmıştır.  Özellikle Amerika’nın pekçok eyaletinde aile kurumu büyük bir yara almıştır ve çökmeler gerçekleşmiştir. Yoksul kent merkezlerinde çocuklu evlerin ancak onda birden daha azında, baba evde ailesiyle birlikte yaşamaktadır. Bu korkunç deneyimlerden özellikle Kürt siyasetinin dersler çıkarması gerektiğini düşünüyorum.

O halde konunun bütünlüğü içerisinde demokrasi için şöyle diyebiliriz: Medeni ve uygarca tartışma, ikna etmeye ve uzlaşmaya dayanır. Aynı biçimde demokrasi, demokratik tartışmanın temel özellikleri arasında farklı fikirlerin hepsine eşit ilgi ve eşit değer ile yaklaşır ve bunun yanı sıra her fikrin açıklanma, dinlenme hakkının olmasını koşulsuz şart koşar. İngiliz hukuk teorisyeni Jeremy Bentham’ın, aristokratların ve bazı insanların doğuştan ayrıcalıklı olduğu inancına ve düşüncesine şu sözleriyle karşı çıkması oldukça anlamlıdır: “Herkes bir kişi olarak sayılır, kimse daha fazlası olamaz” diyordu.

Bu zaviyede en kötü demokrasinin “temsili demokrasi” olduğunu düşünüyorum. Çünkü temsili demokrasilerde insanlar-toplumlar sadece bir kaç yılda bir kez olmak üzere, seçim zamanında özgürdürler. Seçimden sonra özgürlükleri bitiyor, seçtikleri insanlar kurallar koyuyorlar, temsili demokrasiyle yönetilen toplumlar da seçtiklerinin kurallarına tabi oluyorlar, onların reâyası oluyorlar ve bu klasik kölelikten çok daha kötü bir kölelik sistemi ortaya çıkıyor! “Pim Kodu” kitabımızda bu durumla ilgili olarak  postmodern çağa “demokratik sözleşme”yi  öneriyoruz.

Son olarak, bahettiğimiz  toplumsal konularda, demokrasi devreye giriyor ve demokrasi sadece devletle alakalı bir durum değildir. Elbette ki demokrasinin başat rol oynadığı mekânlar aile, mahalle, belediye, parti ve benzeri sosyalizasyonlarda karşımıza çıkıyor.

Demokratik bir toplumun ve demokratik bir devletinin alt ve üst koşulları aile temeli üzerinde yükseliyor. Demokratik bir aile kurduğumuzda, demokratik bir mahalle kurma planımız çok daha kolay gerçekleşecektir. Demokratik bir aile kurmadan önce fizibilite çalışmalarını yapmamız gerekecektir. Örneğin, eski geleneksel aile sosyolojisi ile modern aile sosyolojisi arasındaki çelişkilerin, demokratik farkın ve değişkenlik momentlerinin net bir şekilde ortaya çıkarılması gerekiyor. Eski geleneksel ailelerde baba mutlak otorite olduğu için, aile içinde demokrasi olmazdı; ancak Google toplumunda aile sosyolojisinde babanın otoritesini eşiyle ve çocuklarıyla paylaştığını görüyoruz.

Benim demokratik aile tanımım şudur: Demokratik aile önce bilgiyi, sonra bilinci ve daha sonra eylem ve  tutumu inşa ederek, çocuğun bireyselliğini ve ifade özgürlüğünü koruyan, ancak aynı zamanda gerekli sınırları da belirleyen kollektif iradenin adıdır.

Kadir Amaç 

 

12 cevaplar
  1. Davidrem
    Davidrem says:

    Лучшие автозвук со всего мира у нас. Оригинальная продукция. Гарантия 1 год. Hertz,audison, jbl, infinity, focal, alpine, pioneer Kx power

    Yanıtla
  2. Michealfug
    Michealfug says:

    1Win является лучшим букмекером и казино в 2024 году. В интернете множество площадок, в которых есть ставки на спорт, но лидирующую позицию занимает 1Вин. Для пользователей гарантированы честные условия, высокие коэффициенты и качественное обслуживание. На официальном сайте 1Вин доступны быстрые выплаты, кэшбек до 30% и супер бонус в размере 500% http://nsejasconstruction.com/index.php/component/kunena/suggestion-box/1070#1070

    Yanıtla
  3. Haroldvah
    Haroldvah says:

    В основе сюжета лежит необычная концепция двух миров — сказочного и реального. Всё начинается в волшебной стране, где Злая Королева, устав от счастья и благополучия своих соседей, накладывает страшное проклятие, вырвав героев из их привычных сказочных миров и закинув их в место, о котором они и не мечтали https://odnazhdyvskazke-tv.ru

    Yanıtla
  4. Jimmyjoups
    Jimmyjoups says:

    На scandalose.ru предоставлены лучшие промокоды и скидочные предложения для интернет-магазинов и сервисов. С нами экономия становится доступной для каждого, кто ценит разумный подход к скидкам промокод белка кредит

    Yanıtla
  5. Walternip
    Walternip says:

    Как спилить дерево на участке в нужном направлении падения с помощью бензопилы, топора и веревки (по естественному наклону и против него) и чего ни в коем случае нельзя делать? Техника безопасности в процессе валки деревьев: https://dzen.ru/a/Z4qBIK-a_ERTqyYy

    Yanıtla
  6. Carlorep
    Carlorep says:

    Одноразовый номер телефона — это временный номер, который можно использовать для получения SMS-сообщений или звонков. Эти номера могут быть полезны, когда вам нужно зарегистрироваться на сайте, не желая раскрывать свой персональный номер. Также многие используют такие номера для подтверждения аккаунтов на различных сервисах или для того, чтобы избежать спама и нежелательных звонков купить номер для ватсап

    Yanıtla
  7. Richardfug
    Richardfug says:

    Для игроков важно понимать, какие факторы влияют на безопасность и надежность таких сервисов. От удобства интерфейса до наличия лицензий и поддержки пользователей http://silkhunter.com/index.php?title=%20%D0%91%D0%BE%D0%BD%D1%83%D1%81%D1%8B%20%D0%B8%20%D0%B0%D0%BA%D1%86%D0%B8%D0%B8%20%D0%B2%201win%20%D0%BA%D0%B0%D0%B7%D0%B8%D0%BD%D0%BE:%20%D0%BA%D0%B0%D0%BA%20%D0%BF%D0%BE%D0%BB%D1%83%D1%87%D0%B8%D1%82%D1%8C%20%D0%BC%D0%B0%D0%BA%D1%81%D0%B8%D0%BC%D1%83%D0%BC

    Yanıtla
  8. MichaelCat
    MichaelCat says:

    Виртуальные номера становятся все более популярными как среди частных пользователей, так и в бизнес-среде. Эти номера позволяют принимать звонки и SMS, а также использовать их для регистрации в различных сервисах без необходимости привязываться к физическому номеру телефона. Технология основывается на использовании IP-телефонии, что дает пользователю массу преимуществ по сравнению с традиционными номерами купить белорусский номер

    Yanıtla
  9. MichaelCat
    MichaelCat says:

    Грузоперевозки Минск по лучшей цене. Мы оказываем услугу грузоперевозок и грузового такси в Минске. График работы 24/7. Делаем квартирные, офисные и дачные переезды в Минске, по Беларуси, в Россию, и страны СНГ Грузоперевозки в Минске

    Yanıtla

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir