kadir amac kitap

Kalemin Felsefesi

                                        Kalemin Felsefesi

Kürt kamuoyunun yakından tanıdığı bir Kürt gazeteci ve iki arkadaşıyla 2 yıl önce bir konferans salonunun cafesinde bir araya gelmiştik. Gazeteci arkadaş, arkadaşlarına benim için, “Kadir, Twitter’de bir fenomen” ifadesini kullanmıştı.

 

Bu gazeteci kardeşime cevabım şöyle olmuştu: “Hayır, sevgili kardeşim! Sizin dediğiniz gibi biri olduğumu düşünmüyorum. Yıllardır binlerce kitabi okumalar yapan, tecrübeleri olan, fikir ve kavram üretmeye çalışan bir kardeşinizim. Bana yönelik sarf ettiğiniz sözlerin maneviyatım üzerinde bir suikast etkisi yarattığını söylemek istiyorum.

 

Ayrıca  fenomen kavramını benim düşünce atlasımla nasıl yan yana getiriyorsunuz ve nasıl bir rabıta kuruyorsunuz doğrusu anlayamıyorum! Hem sonra fenomen kavramının gezegen bilimleri için kullanıldığını bilmeniz gerekiyor. Yoksa ben astronot muyum? Ya da ben Alman Hans’ın ünlü ve akıllı atı değilim ki koordinatlarınızla beynimde simülasyon ve algoritma yaratasınız!

 

Bu kardeşimiz formalite icabı benden özür dilemişti, ancak beni ikna edemediğini o da çok iyi anlamıştı. Bu gazeteci arkadaş benim için kullandığı basit bir cümle ile beni neden arkadaşlarına takdim ediyordu? Veya bu arkadaş benimle neden entelektüel bir sohbet yapmayı tercih etmemişti?

 

Elbette ki bu arkadaşın neden böyle bir şeye tevessül ve tenezzül ettiğini gayet iyi biliyordum. Çünkü bu tür insanlar, bilinçli olarak elmas ve cam parçalarını birbirlerine karıştırmak ve elmas ile cam arasındaki değerin farkedilmesine engel olmak istiyorlar. Şu gerçeğin tüm okurlarım tarafından bilinmesini isterim. Entelektüel bir yazar; beyin, akıl, zeka, derinlik, cesaret, güç ve basiret sahibi olan kimsedir. Ayrıca, toplumunu iyi tanıyan ve toplumu derinden çözümleyen kişidir.

 

Evet, arkadaşlar! Ben FENOMEN değilim! Hele cami ve üniversite hocası hiç değilim. Ayrıca ne fizikçiyim ne kimyagerim, ne matematikçiyim ne siyasetçiyim, ne gazeteciyim ve ne de tüccarım! Benim işim okumak, toplumu bir AJAN gibi takip etmek, analiz etmek, akıl yürütmek ve çözüm üretmektir.

 

Amerikalı psikolog Tom Mcnel, yazarlar  ve gazeteciler üzerine yaptığı yaratıcılık ve zeka çalışmalarında gazetecilere bir +, roman yazarlarına iki ++, bilimsel kitap ve makale yazanlara üç +++ veriyordu.  Bu kadar çok sayıda gazetecinin yerine keşke biz Kürtlerin bir düzine entelektüel yazarı olsaydı. Keşke kalemi güçlü olan bu yazarlarımız insanlarımızın beyinlerine IŞIK saçsaydı, siyasilerimize yol gösterici tenkitte bulunmayı öğretseydi ve halkımızın yüreklerine sevgi serpiştirseydiler.

 

Yani, kısacası entelektüel bir yazar düşüncenin mühendisi, toplumun mimarı ve karanlığa gömülen toplumlara IŞIK saçan bir PEYGAMBER! Tam anlamıyla BAĞIMSIZ, tam anlamıyla AKILLI, tam anlamıyla AHLAKLI, tam anlamıyla halkına AŞIK olan kimsedir.

 

Ah sevgili kitaplarım!

Keşke şu siyasilerimiz ve şu gazetecilerimiz geçmişten ve tarihselcilikten dersler çıkarabilseydiler.

Sizce de iyi olmaz mıydı?

Ey sevgili kalemim!

Seni seviyorum; çünkü sensiz her şey anlamsız!

Beni zahîrî boyuttan alıp bâtînî boyuta taşıyorsun!

İki alemiz, iki sevgiyiz,  iki alemin yaratığı kitabın adıyız.

Ben nehrin yatağıyım, sen nehrin akan suyusun!

İki alemin biyokimyasından MÜKEMMEL düşünceler yarattık!

 

Tam da bu fasılda değerli okurlarımla şu gerçeğimi paylaşmak istiyorum. Kitaplarımın ve makalelerimin epistemolojisi, yöntemi ve üslûbu okuyucuyu bilgilendirmeyi amaçlamıyor! Tam aksine, kitap ve makalelerimde üzerinde durduğum asıl konu, dijital çağımıza uygun yeni bir sosyoloji ve yeni bir felsefe hermenötiğini dijital çağın değerli okurlarına kazandırmaktır. Dolayısıyla, makale ve kitaplarımın daha çok entelektüel birikimi olan değerli okuyucularımı hedef aldığını belirtmek istiyorum.

 

Benim bu berrak düşüncelerimi birtakım hodbin karekterli insanlar bulanıklaştırmaya yeltenebilirler ve beni “kendini beğenmiş bir ukala” olarak gösterebilirler. Oysaki benim düşünce hayatım son derece enteresan olaylarla doludur. Bu durum içimizdeki bazı gazetecileri, yazarları, siyasetçileri kıskandırıyor! İsmimle yüzleşmekten nefret ediyorlar! İslamcı akidenin ve düşüncenin cehennemi içinden felsefik ve bilimsel okumalarla aydınlığa kavuştum.

 

Bu sevindirici durumum, onları rahatsız ediyor ve entelektüel bir yazar olmam onlara batıyor! Bu sebepten dolayı onlara şunları söylemek istiyorum. KÖTÜLÜK ve NAMUSUZLUK yaptığıma şahit olmuşlarsa kendilerinden rica ediyorum, lütfen! GÜNAHLARIMI ve SUÇLARIMI İFŞA ETSİNLER! Bu anlamda kendimle yüzleşmeyi sık sık yaparım. Ey Kadir! Başkalarına değil kendine yoğunlaş ve kendine şu soruyu sor: İnsan mı yoksa hayvan mı olmalıyım? İhanet, namusuzluk ve ahlaksızlık nasıl bir şey acaba?

 

Örneğin yalan konuşan, yalakalık yapan ve insanları kendi çıkarı için  kullanandan daha büyük namusuz insan var mı?  Yalan konuşan ve yalakalık yapan bir dizi tanıdıklarım vardı, kredilerini tükettiler, beni sömürdüler, emperyalist olduklarını fark ettim ve onları hayatımdan uzaklaştırdım.  Gece kalemimi elime alınca KORKAKLAR ve YALAKALAR ayaklanırlar ve izdiham yaşarlar. Kalemim köleleri ayaklandırmıyorsa, kötülük yapanları korkutmuyorsa ismimin YAZAR olmasının bir önemi var mı sizce de?

 

Neden beni anlamak istemiyorsunuz? Ben öldükten sonra hiç kimsenin benim için güzel sözler sarf etmesini istemiyorum! Çünkü benim için söyleyeceğiniz güzel şeyleri duymamış ve sevinmemiş olacağım! Eğer değer yaratıyorsam, şimdi sizden güzel sözler duymak ve bu güzel sözlerinizden ötürü mutlu olmak istiyorum!

 

Benim veya sizin demenizle ben değerli ve büyük bir insan OLMUYORUM! Beni kadirşinas ve alicenap insan kılacak olan şeyin, DÜŞÜNCELERİMİN ve ASALETİMİN gücü olduğuna inanıyorum. Ne yazık ki 38 yıllık fikir hayatımın hiçbir menzilinde rahat bir nefes alamadım!

Gönlüme sabır stratejisini koydum ve ona hep şu öğütte bulundum: Ey gönül! Perişan şekilde öyle durma karşımda, sabrın yolunu tut, sabır insanı insan, belki de sultan eder! Sabırdan yoksun olan her şeyini kaybeder. Şu namusuz olan tereddütün pençesinden yakanı kurtar ve dimdik ayakta dur ve namusuzları sevindirme!

 

Ne yazık ki ne mükemmel bir arkadaş ne mükemmel bir dost ne de mükemmel bir akraba bana ikbal olamadı! Filozofların otobiyografileri, Kandil’deki gerillanın asaleti, yorgun duygularım ve akıttığım gözyaşlarım benim gerçek dostlarım oldu. Ancak en iyi arkadaşım GERÇEKTİR!

 

Benim için gündüz, zehir dolu bir şişedir; gece ise sükûnet, gözyaşı ise itikâfımdır! Bir türlü keder, elem, bela ve cehaletten yakamı kurtaramadım! Eskilerin tabiriyle hasılı kelam, hangi ŞEHİRDE ve hangi ÜLKEDE yaşamaya karar verdiysem o şehir ve ülke başıma bela sardı! Gezegenin ilk insanı Adem’dir. Adem, dünyaya ayak basar basmaz başı derde  girdi, hep belayla yaşadı ve bela ona dost gibi gelmeye başladı. Evet, bela insan içindir, kapısını bela çalmayan bir insan var mı?  Bu bela nasıl bir şey? Acaba nesnel bir şey mi yoksa öznel bir şey mi? Her an bana DERT üstüne DERT veren bir biyokimya! Bazen gece, bazen gündüz ve bazen hiç beklemediğim bir anda beni çarmıhına alıyor! Henüz bir derdime derman bulmadan bir DERT daha beni kuşatıyor ve SABRIMI yutuyorum! Eskiden yüreğim daraldığında “Lâ Havle” çekip teskin oluyordum! Şimdi ise sevgime ve saflığıma ihanet eden zavallılara “Wax Li Min” demekle yetiniyorum ve yoluma devam ediyorum!

 

Sevgiyi ve iyiliği sömüren müfteri kişilere ağzının payını vermek, seslerini kesmek, “yeter artık” demek ta dilimin ucuna kadar geliyor, yutkunma beni tutuyor, ontolojik inkişafım ortaya çıkıyor ve fıtratımın cidarları zorluyor; ancak kimseye hiç bir şey diyemiyorum ve tam da bu menzilde  sükunet ve suhulet çığlıkları öfkemin önüne geçiyor ve sadece “akılsızlığıma lanet gelsin” demekle yetiniyorum.

Ben akılsız bir insan isem akıllı bir kimsenin bana AKILSIZ olduğumu kavratması neredeyse mümkün değildir! Çünkü AKILSIZ bir insan olduğumu anlamam için akla ihtiyacımın olduğunu fark etmem ve “Haaa! Yeni fark ettim” demem lazım.

 

Akıllı olduğumu inkar edemem, ancak aklımın kriz yaşadığı anlarda bazen onu yönetemiyorum. Evet, akıllı bir insan olarak aklımı kullanıyorum. Benden daha akıllı bulduğum bir insanın AKLINI da kullanarak akıllı biri olduğumu da kanıtlamış oluyorum aslında. Ahmaklarla yaptığım tartışmalar aklıma gelince gülüyorum, IŞIK saçan ARİFLERLE muhabbet ettiğimde AĞLIYORUM!

Ey gece!

Beni hayvanî temâyüllerimden firâk tut. İnsanî kamîl olmam için beni ağlat, gözlerime yaş ver, yüreğime sevgi akıt ve ruhumu şahikaya yükselt! Aklımı, zekamı, yeteneklerimi ve tecrübelerimi biyokimyaya dönüştürmeme yardımcı ol ki beyinlere IŞIK saçabileyim.

 

Bundan fazla değil beş yüz yıl önce güçlü ressamların, şairlerin, yazarların, mimarların ve bestecilerin ellerini yöneten ve parmakları arasında kalemi  oynatan gücün sahibinin ALLAH’ın nuru (ışık) olduğu iddia ediliyordu! Hal böyle olunca o dönemin insanları kalemleriyle muhteşem eserler yaratanlara değil TANRIYA teşekkür ediyorlardı(!)

 

Dijital çağın  insanları da Allah’ı arıyorlar! Onlara “Allah’ı boşuna aramayın” diyorum. Çünkü Allah’ı kalbimin içine koydum, kalbim sevgi oldu, sevgi beynime girdi, beynim ışık oldu ve ışık sizlere saçıldı! Filozof dostuma dedim ki Tanrı’yı öldürürsek eğer her şey mahvolur! Ahlak ve asalet ortadan kalkar ve her şey ama her şey MÜBAH olur!

 

Güçlü bir kalem, sönmeyen bir mum ve hiç susuz kalmayan bir çiçek olmak isterim. Dert beni içine aldı, onun içinden KALEM oldum, kalem acıdan gönül dünyamın eserini yarattı!

 

Gönül dünyamın yarı parçası olan yaralı kanatlı serçe kuşumun yuvası kim bilir şimdi nerededir!

Ey yâr! Hüdhüd  kuşu gibi iste benden ne istersen!

Ey yâr! Canımdan vazgeçmemi istiyorsan vazgeçeyim!

Ey yâr! Senden başka her gördüğüm şeyden yüzümü çevirmemi istiyorsan her şeye yüzümü çevireyim!

Ey yâr! Mum gibi beni yakmak istersen ateşine gireyim!

Yüreğime düşen günah şimşekleri yarımı vurdu, acı ve dert verdi.

Seher vaktinde yüreğime merhamet sağanağı yağdı ve hemen ardından güneş doğdu, ışık girdi yüreğime!

Kadir Amaç

Gece: 03:47

Büyük Komuta

Kadir amac imza günü1917 yılından günümüze kadar Kürt davası, teorik ve pratik mücadele tarihinde küçümsenmeyecek düzeyde büyük dava insanlarını bağrında ortaya çıkarmıştır. Özellikle Kürtlerin son 40 yıllık mücadele yolculuğunda kilometre taşı olan,  yiğit savaşçılar ve güzide komutanlar PKK hareketi içinde ortaya çıkmış ve bu birbirinden mümtaz kahramanlar bilgi, bilinç ve eylem zaviyesinde Türksömürgeciliğinin resmî antagonizmasını yerle yeksan etmiştir.

İşte Kürt hürriyet davasının mahşerleşmesinde emeği olan bu nadide ve yiğit Kürt savaşçılarının portrelerinden biri de DELİL AYHAN (İlhan Çiftçi). İlhan Çiftçi, PKK’nin rahle-i tedrisatından,  aldığı yurtseverlik bilinci ve vatanseverlik görevini halkına karşı en üst düzeyde yerine getirmiş biridir.

Bu mahfilden hareketle, PKK hareketinin ortaya çıkardığı, yetiştirdiği ve Kürt halkının özgürlük davasına şehid olarak adadığı bu nadide özgürlük tayını hatırlamak, hatıralarını yaşatmak ve verdiği büyük emekleri karşısında sevgi ve saygıyla onu anmak hepimizin görevidir.

İLHAN ÇİFTÇİ, 1965 yılında Bingöl’ün Solhan ilçesi, Sükkan köyünde doğdu. Özel bir takım şartların etkisinden dolayı ailesi, 1970 yılında Diyarbakır şehir merkezine göç eder. İlhan, henüz altı ila yedi yaşındayken babasını kaybeder. Şehid Delil, babasının ölümüyle birlikte o küçük yaşta, ailesinin sorumluluğunu üstlenmekten geri durmamıştır.

Daha henüz ilkokul öğrencisiyken, ailesine yük olmamak için çakmaklara benzin doldurarak ve el arabasıyla bakkallara ekmek servisini yaparak; ailenin ekonomik bütçesine inanılmaz katkılar sağlayacaktır. Bu çok küçük yaşlarda hayata karşı olan inanılmaz mücadelesi emsal teşkil etmiştir. Hem ailesi tarafından hem de okulda gösterdiği üstün ve örnek başarısından dolayı okul idaresi tarafından örnek gösterilen bir öğrenci ve birey olmuştur.

Bu küçük yaşlarda, yaşamın kendisine ve ailesine dayattığı koşullar karşısında aldığı onurlu, erdemli, cesur ve disiplinli duruşuyla; ruh ve anlam iklimini bir gerdanlık gibi süsleyecekti. İnşa ettiği bu asil letafetiyle, hayatının ilerleyen yıllarında Kürt halkının özgürlük mücadelesinde kilometre taşı olacaktı.

1985 yılında İstanbul Siyasal Bilgiler Fakültesini okurken; Kürt özgürlük harekâtıyla tanışır. Çok kısa bir zaman dilimi içinde Kürt özgürlük mücadelesinin çalışma badirelerinde gösterdiği, aktif ve samimi performansıyla dava arkadaşlarının gözünden ve dikkatinden kaçmayacaktı. Onun davasına karşı olan bu derin vatanseverlik aşkı ve bilinci onu 1988 yılında Avrupa’ya, oradan da Mahsum Korkmaz Akademisine yönlendirecekti. Bundan sonra kalan yaşamını ve yazgısını Kürt ve Kürdistan davasının hürriyet mefkûresine adayarak, özgürlük mücadelesini şahikaya taşıyacaktı.

1989 yılında Mahsun Korkmaz akademisinden ayrılarak, Kürt özgürlük cephesinin faaliyetleri için yeniden yurda giriş yapar. 1990-1992 yıllarında İstanbul Marmara Bölge sorumluluğu ile Amed Bölgesi sorumluluk alanlarında aktif ve başarılı bir çalışma grafiğini ortaya çıkarır.

Özellikle İstanbul’da arkadaşlarıyla birlikte yürüttüğü çalışmaları sırasında, Kürt halkının çınar bilgesi ve özgürlük aydını Apê Musa’yla; çok sıcak ve samimi ilişkiler kurar. Gerek kurduğu bu dostluktan ötürü, gerekse Apê Musa’nın, Kürt ve Kürdistan davasına yaptığı hizmetlerden dolayı anısını yaşatmak için, Amed bölgesinde yürüttüğü aktif çalışmaları sırasında, Apê Musa taburunu kurar.

Aynı şekilde 1992 yılında Amed Şeyh Said intikam birliğini kurarak; büyük serhildanların baş göstermesine vesile olacaktı. 1992 yılının Temmuz ayında, Mistan Bölgesi kırsalındayken gerilla yaşamının insan ruhu üzerinde yaratığı muhteşem atmosfer; onun gerilla yaşamında inanılmaz sanatsal ve edebi kareler oluşturacaktı.

O dönemde de Şehid Delil Ayhan’ı çok yakından tanıyan dava arkadaşı Murat Karayılan, “Bir Savaşın Anatomisi” adlı kitabında şehidi şöyle anlatıyor: “Garzan Eyaleti’nde yaşanan bu büyük talihsizlikler Kuzey eyaletlerinde hareketin hamle sürecini çok olumsuz etkilemişti. Özellikle bu komutan arkadaşların fetihçi karakterleri Kuzey’in diğer eyaletlerine yansımış olsaydı, büyük gelişmelerin yaşanması mümkün olabilirdi ancak peş peşe yaşanan bu talihsizliklerden dolayı süreç vasat geçmiştir. Durum böyle olunca o dönem İstanbul ve Türkiye sorumlusu olan, başarılı bir pratik sergileyen şehit Ayhan Çiftçi arkadaş Zeki’nin yardımcısı olarak atanmıştır.”

Bundan ötürü o, ruhunu ve benliğini doğanın nağmelerine, tayların özgürlüğe karşı soylu kişneyişlerinin senfonisi eşliğinde vatanına yüreğini ve aşkını cömertçe armağan edecekti. Doğanın bu özgür ve mahrem enstantanelerinin ona, özgür Kürdistan aşkını şu sözleriyle verdiğini anlıyoruz: “Deli tay özgürlüğe koşuyor” ÖZGÜR KÜRDİSTAN aşkını mahşerleştiren bu özgürlük tayı; 4 Ekim 1992 tarihinde sabah saatlerine karşı gözlerini usulca yumacak; ruhunu Delil Ayhan olarak Kürdistan’ın özgür taylarına armağan edecekti. Kürdistan’ın Özgür Tayı! Küçük dayın seni hep yüreğinde taşıyacak, davanı sahiplenecek ve sevecek!

Sevgili şehit Delil Ayhan’la ilgili kısa bir anımı değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum. 1988 yılında İstanbul’da ağabeyimin evine gelmişti! Evde hazır bulunan aile bireylerine Kürtlük bilincini ve Kürt ulusal mücadelesini anlatmıştı. Doğrusu duruşu ve ulusal tebliği çok etkileyiciydi! O yıllarda henüz 17 yaşında çok genç biriydim. Sadece İslami kitaplar okumuştum, Kürtlerle ve Kürtlüğümle ilgili hiç bir bilgim yoktu. Beynimde ve yüreğimde sadece zehirli politik bir İslam düşüncesi vardı. Ayhan’ın anlattıkları beynimi ve yüreğimi zehirleyen o siyasal İslam’ı kusmama yeterli olmamıştı! Çünkü Arap ve Türk ilahiyatçı yazarların fikirleriyle inanç ve düşünce çekmecelerim dolmuştu ve bu durum beynimde acayip bir teolojik algoritma oluşturmuştu ve beynim Ayhan’ın bana anlattıklarını yabancı buluyordu, algılayamıyordu ve haliyle beynim agresifleşiyordu(!)

 

Tabii ki gösterdiğim tepkilere gülümseyerek ve büyük bir olgunlukla karşılık veriyordu! Benimle konuşurken iki elimin arasına tutuğum Pakistanlı bir yazarın kitabını fark edince, “Kitabınıza bakabilir miyim?” dedi. Kitabı kendisine uzattım, usulca eline aldı, sayfalarını kibarca çevirdi ve sayfaların arasında bir kâğıt yere düşünce, eğilerek sağ eliyle aldı ve okumaya başladı!

Ayhan’ın çizgili kâğıtta okuduğu şey benim Filistinlilerle ilgili yazdığım bir şiir idi(!) Gülümseyerek bana şöyle dedi: “Küçük dayı! Seni akıllı buldum, şiirinizi çok beğendim! İnanıyorum küçük dayım, bir gün Kürdistan için de güzel bir şiir yazacaktır.” demişti.

Sevgili Kürdistan’ın “Özgür Tayı!’’ Evet, biliyorum biraz geç oldu ama şiiri yazdım ve ruhunuza ve hatıralarınıza armağan ediyorum!

PKK!

PKK; “Hurûf-û Mukattaa”nın üç harfi!

Muhammed Peygamber’in ”Hilful Füdul’u!”

Musa Peygamber’in asası!

İsa Peygamber’in mucizesi!

Ehmedê Xânî’nin Mem û Zîn’i!

Kürdistan ülkesinin ayeti ve gönül dünyamın başkenti!

Heyhat! PKK, kimi zaman tufan!

Kimi zaman namlunun ucundaki kurşun!

Kimi zaman ”Ashab-ı Kehf ” mağara ehli!

PKK; mutlak sevgi!

Mutlak aşk!

Mutlak hürriyet!

Mutlak asalet!

PKK; vicdan, insan ve toplum!

PKK; hak arama, isyan, realite, hakikat!

PKK, doğa!

PKK, kelebek!

PKK, güvercin!

Kadir Amaç

Brüksel

3.10.2024

Biricik Sevgilim!

Biricik sevgilim,

şu an gece, sen uyuyorsun!

Ben ise melekûtî bir âlemîn içindeyim!

Kadir amac imza günü

Önce bir kalem, bir kağıtı elime aldım!

Uyuyan ay gibi parlayan yüzünü ressam dostum Haydar gibi çizmek istedim!

O an içime aşk girdi!

Bana şöyle vahiy etti:
sevgilini kalemle çizme Kadir!

Çık bu batinî araftan!

Şu kapıdan gir sevgilinin zahirî boyutuna!

O meyhanenin kapısından içeriye girdim!

Şarabımı içtim!

Ay gibi parlayan güzel yüzüne dokundum!

Saçlarını öptüm!

Gözlerini öptüm!

Yanaklarını öptüm!

Dudaklarını öptüm!

Ellerini öptüm!

En son ayaklarını öptüm!

Biricik sevgilim,

Bu gece yüreğime sürreya IŞIĞINI saçtın!

Teşekkür ediyorum!

Sağ ol!

Hep varol!

Sevgi saçan yüreğin uzun yaşasın!

Ve, IŞIK saçsın!
Kadir Amaç

20-08-2024 Brüksel
Gece: 02-02

Hamas Lideri İsmail Haniye’nin Öldürülmesi Kürtleri Neden İlgilendiriyor?

                                Birinci Fasıl Ben!

Kadir Amac televizyon yayını

Sevgili okurlar!

Dünyanın en karanlık noktası İslamcı düşüncedir. Gene bana göre dünyanın en sevimsiz noktası İslam ülkeleridir. Çünkü siyasal İslamcıların ölümsever ve kansever olduklarını gayet iyi bilenlerden biriyim. Bu işlere 13 yaşında (1984) el attım ve 28 yaşında (1999) da yaka silkeledim!

2 gün önce Hamas lideri İsmail Haniye, Tahran’da uğradığı suikast sonucunda hayatını kaybetmişti. Yaşanan bu olay en çok İran, Türkiye ve İslami Hareketlerin tepkisini çekmeyi başarmıştı. Bugün ise Türkiye, İran ve bir çok İslam ülkesinde Hamas lideri İsmail Haniye için cenaze namazı kılındı.

Özellikle Kuzey Kürdistan’da bazı şehirlerde Hizbullah-Hüda-Par, AKP, MHP’nin devlet içindeki polis örgütlenmesi, Saadet Partisi, Özgür Der, Akabe Vakfı, selefi fırkalar ve benzeri İslamcı örgütlenmelerin şiddet yanlısı örgüt liderinin cenaze namazının kılınması için ortak ve kapsamlı bir örgütleme yaptıklarını ekranlardan görüntüleri izlerken net olarak anlayabildim.

Çünkü bu tür örgütlenmelere yabancı biri değilim. 1991-1994 yılları arasında Cuma namazından hemen sonra İstanbul Beyazıt Meydanı’nda  Filistinliler için yapılan protesto eylemlerine katılıyordum. Filistinliler için, Türk polisinden cop ve biber gazı  yemenin büyük bir cihad olduğuna inanıyordum(!)

Öyle ki Endonezya’ya bağlı küçük bir ada ülkesi olan Açe-Sumatra’nın Bağımsızlık Hareketi’nin lideri Tunko Hasan Tiro’ya destek için Türk İslamcıların organize ettiği Cuma mitinglerinde Beyazıt Meydanı’nda bağımsızlık sloganlarını atıyordum(!)

Ama aynı Kadir Amaç, kendi halkının özgürlüğü için protesto eylemlerine katılmayı ise ümmetin birliğini bozacağına, Türk polisinden cop ve biber gazı yemenin de cihad sayılmayacağına inanıyordu(!)  

Sevgili okurlar! Yaşadığım bu her üç durum da ne kadar düşündürücü değil mi ve ne kadar garip bir psikoloji değil mi? Lanet gelsin! Aradan 33 yıl geçmesine rağmen bu Kadir Amaç, hâlâ kendi halkı ve ülkesi için Türk polisinden tek bir biber gazı ve tek bir cop yemedi! Kendimi kınıyorum!

İkinci Fasıl Yahudiler!

Değerli okurlarıma konunun daha iyi anlaşılması için İsrail milleti ve Yahudilik inancıyla ilgili kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. İsrail milleti ve Yahudiler Yakup, Musa ve Kudüs’ü inşa eden Süleyman peygamberin öz torunlarıdır.

İnsanlık tarihinde hiçbir milletin hikayesi Yahudiler-İbraniler gibi acılarla yazılmamıştır! İki bin yıl boyunca dünyanın her ülkesine sürüldüler. Tarih boyunca gadre uğradıler, sürüldüler, yakıldılar, topluca katledildiler. En son 1940-1945 yıllarında 1 milyon çocuk2 milyon kadın ve 3 milyon Yahudi vahşice öldürüldü!

Hristiyan alemi Yahudilerin insan ve mazlum olduğunu ancak Nazi soykırımından hemen sonra itiraf edebildi; ancak İslâm dünyası hâlâ Yahudileri ‘’LANETLİ BİR KAVİM’’ olarak görüyor!  Örneğin Kur’an Yahudiler için şöyle düşünüyor:

“Allah, küfürleri sebebiyle Yahudileri lânetlemiştir.” (Nisâ: 46)

“Cumartesi gününü ihlal ettikleri için, “Aşağılık maymunlar olun!” demiştik. Biz bunu hem çağdaşlarına hem de sonradan gelenlere ibret veren bir ceza, müttakiler için de bir öğüt kıldık.” (Bakara: 65)

‘‘İnsanlar içerisinde Müslümanlara düşmanlıkta en şiddetli olanların, Yahudiler olduğunu görürsün.” (Mâide: 82) 

“Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır.” (Mâide: 51) 

Büyük hadisçi Ebû Hureyre’den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif’te Muhammed peygamber şöyle diyor: “Müslümanlarla Yahudiler savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktır. O savaşta Müslümanlar Yahudileri öldürecekler. Ancak (bu hengamede bazı) Yahudiler, taşın ve ağacın arkasına saklanacaklar. Bu durumda taş veya ağaç; “Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki Yahudi’dir, gel de onu öldür!” diye haber verecektir. Ancak garḳad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.

Sevgili okurlar!

İşte Müslüman dünyasının, İsrail devletine ve Yahudilik inancına olan düşmanlığının nereden geldiği ve nereden beslendiği yukarıdaki ifadelerde net olarak anlaşılıyor! Şimdi sizlerle birlikte, 08.10.2023 tarihine bir geri dönelim ve o gün nelerin yaşandığına birlikte bir bakalım:

Hamas, ‘‘Aksa Tufanı’’ adında binlerce kısa mesafeli füze fırlatarak üç binden fazla sivilin ölmesine sebep olmuştu. Bu terör saldırısının gerçekleştiği saatlerde, İslam ülkelerindeki siyasal İslamcı fırkalar sokaklara çıkmıştılar ve tekbir eşliğinde bu vahşeti kutluyordular. Aynı şekilde İsmail Haniye ve yardımcıları lüks bir villada bu vahşi saldırının şükür namazını eda edecektiler. Adeta tilavetler eşliğinde ölümseverlik kutsanıyıordu ve kutsama görüntülerini sosyal medyada paylaşmaktan imtina etmeyecektiler! 

Müslüman dünyasının Yahudilere ve İsrail Devleti’ne olan kin ve nefretin şu bilimsel realiteyi değiştirmeyeceğini düşünüyorum. Realiteyle savaşmak krizi, kriz ise başarısızlığı getirir. O halde beyinlerdeki şu algoritma ve simülasyonlara bir gönderme yapmam gerektiğini düşünüyorum.

Her dinin müntesipleri kendi inançlarının en doğru DİN olduğuna inanırlar! Aynı şekilde her siyasi partinin müntesipleri kendi düşüncelerinin en doğru ideoloji olduğunu ileri sürerler!  Hepsi nasıl haklı oluyor? Yanılmıyorsam tek bir dinin ve tek bir ideolojinin üyeleri haklı.

Evet, beyler! İsrail Ortadoğu’nun BİRİNCİ ve dünyanın ilk YİRMİ YEDİNCİ demokratik devletidir! Ayrıca İsrail halkı özgürdür ve İsrail Devleti halkına değer veriyor! Arap halkı, İran halkı, Türk halkı ve hiçbir Müslüman halk özgür değildir ve devletleri onlara değer vermiyor.

Üçünçü Fasıl Filistinliler!

Sevgili okurlar!

Birincisi tarihte Filistin diye bir devlet olmadığı gibi, Filistin diye bir dil, bir millet de yoktur. Yani, tarihte ve bugün Arap devletleri, Arapça dili ve Araplar adında kadim bir millet vardır. İkincisi, kimsenin hayranı ve militanı olmadığımı belirtmek istiyorum! Siviller masumdurlar ve onların yaşamlarına her kim son verirse katil olarak görürüm!

Ayrıca Arap ile İsrail milleti ve Yahudi ile Müslüman arasındaki çatışmaları doğru bulmuyorum ve şiddetin her türlüsüne karşı olduğumu beyan etmek istiyorum. Dolayısıyla eskilerin tabiriyle İsrail, Filistin ve Hamas’ın teslis-i zâviye meselesini şöyle ifade etmek istiyorum. FİLİSTİN HALKI şiddete uğrayan taraftır, İSRAİL her devletin yaptığını yapıyor, HAMAS ise terör ve cehaleti temsil ediyor!

Gezegenimizde 2 milyar Müslüman nüfus, 56 Müslüman ülke ve 22 Arap devlet olmasına rağmen Türkler, dünyayı Türkleştirmek isteyip dünyanın hükümdarı olmayı murad ediyorlar. Araplar ise YAHUDİLERİ YOK ETMEKher insanı, her toplumu ve her inancı Müslüman yapmak istiyorlar.

Bakınız, Yahudilerin ve Kürtlerin yerküredeki ahvalini ancak şöyle özetleyebiliriz. Dünyada tek bir Yahudi devleti var ve gene dünyada nüfusu en fazla olan DEVLETSİZ millet Kürtler! Kürtler açısından vahim bir durum değil mi?

Evet, beyler! Bu dünya adil değil ve bu dünyada en fazla Kürtlere, Çingenelere ve Yahudilere kötülük yapıldığını düşünenlerdenim. Çünkü yerküremizin haksızca taksim edildiğini ve biz Kürtler hariç  her milletin eline bir tapu verildiğini kim inkâr edebilir ki? Sizce de şu bilimsel rakamlar söylediğim gerçeği en güzel şekilde özetlemiyor mu?

 

Dünyanın toplam yüz ölçümü: Beş yüz on milyon!

Rusya yüzölçümü: On yedi milyon!

Arap Yarımadası’nın yüz ölçümü: Üç milyon!

22 Arap devletinin toplam yüz ölçümü: On Dört milyon!

İSRAİL DEVLETİ’NİN yüz ölçümü: YİRMİ İKİ BİN!

DEVLETSİZ OLAN KÜRTLERİN YÜZ ÖLÇÜMÜ: 530.000!

Elinizi vicdanınıza koyun ve hakikati siz söyleyin!

Bu gerçeğe rağmen, Araplar ve Müslüman milletler sizce minnacık İsrail Devleti’nden ve devletsiz Kürtlerden hâlâ ne istiyor olabilirler?

 

Dördüncü Fasıl Kürtler!

Halklar tarihlerinden bu yana muhakkak birbirlerine güzel şeyler yapmışlardır. Ancak hiçbir millet ve hiçbir din Kürtlerin özgürlük mücadelesinin yanında durmamıştır. Lakin Kürtler her milletin acısına koşmuştur; herkesin dinine, ideolojisine, devletine ve özgürlük mücadelesine yardım elini uzatmıştır.

Sevgili okurlar,

Kürt siyasetçiler zaman zaman süpermen misyonunu yükleniyorlar(!) Örneğin, Hamas ve onun öldürülen liderinin ahvali biz Kürtleri neden ilgilendiriyor? Eğer Kürtleri ilgilendirmiyorsa neden taziye mesajı veriyorlar ve cenaze namazı kılıyorlar?

Oysaki Türk Devleti her gün, Kürt ülkesine ve halkına büyük KÖTÜLÜKLER yapıyor! HAMAS ve Filistin siyaseti Kürtlere yapılan bu kötülükleri yazılı bir metinle kınıyor mu, Filistin halkını sokaklara çıkması için davet ediyor mu ve şehitlerimiz için taziye mesajlarını sunuyor mu?

Sevgili okurlar,

Biz Kürtler Kur’an’da ŞAMPİYON bir milletiz!

Hamas’ı savunmakta ŞAMPİYON bir milletiz!

Filistin’i savunmakta ŞAMPİYON bir milletiz!

Kudüs’ü savunmakta  ŞAMPİYON bir milletiz!

‘‘İslam Kardeşliği’’ ve ‘‘Ümmetin Birliği’’ konusunda ŞAMPİYON bir milletiz!

Tüm Müslüman milletlere iyilik ve yanlızca kendine kötülük yapan dünyada tek şampiyon milletiz!

Son Fasıl

Ey Uyuyan Kürtler!

Daha dün, Kobanê ve Şengal’de İŞİD teröristleri “Allah-u Ekber” sloganıyla Kürt kadınlarını demir kafesler içinde ‘‘cariye” olarak satarken Hamas lideri İsmail Haniye IŞİD barbarlığını kınayan bir mesajı yayınlamış mıydı ve ölen Kürtler için cenaze namazını kıldırmış mıydı?

Ey Uyuyan Kürtler,

Türk devleti Rojava Kürdistan yönetiminin yöneticilerine nokta atışı suikastler gerçekleştirirken sivilleri, hastahaneleri, ibadet yerlerini ve elektrik santralini bombalarken Hamas lideri İsmail Haniye Türk devletinin mustekbirliğini kınayan bir mesajı yayınlamış mıydı ve ölen Kürtler için cenaze namazını kıldırmış mıydı?

Ey Uyuyan Kürtler!

Cizre, Nusaybin, Sur, Gever ve Silvan’da T.C.’nin Esadullah timleri de “Ya Allah, Bismillah, Allah-u Ekber” sloganlarıyla Kürtlerin yatak odalarına kadar girerken; ‘‘aşk burada yaşanır’’ diyen ve çocuklarımızın  yaşlarından fazla nazik, civan bedenlerine kurşun sıkma emrini veren Recep Tayıp Erdoğan’ın bu insanlık dışı zulümlerine karşı Hamas lideri İsmail Haniye bir  kınama mesajı yayınlamış mıydı ve ölen Kürtler için cenaze namazını kıldırmış mıydı?

Ey Uyuyan  Kürtler!

Onca felaketten sonra hâlâ akıllanmayacak mıyız! Etrafınıza iyice bir bakın, yeryüzünde biz Kürtlerden hariç kendi öz yurdunda yalın ayaklı yaşayan başka bir millet görebiliyor musunuz? Size neler oluyor anlayamıyorum ? Şehit olan liderlerimizin, alçakça katledilen çocuklarımızın ve siyasetçilerimizin taziyelerinde tek bir Hamaslı ve tek bir Filistinlı  bulundu mu, cenaze namzlarımızı kıldılar mı ve yaslarımızı tutular mı?

Ey Uyuyan Kürt,!

Uyan artık! Filistin, Hamas ve liderlerinin ahvali biz Kürtleri ilgilendirmiyor ! Bizim derdimiz bize yeter ve biz Kürtler yeryüzünde yalın ayaklı yaşayan tek milletiz!

 

Kadir Amaç

Kadir amac calışma ortamı

Antikapitalist İhsan Eliaçık!

Antikapitalist İhsan Eliaçık!

 

Bu yazıy Fidan Güngör’e  adıyorum!

İhsan Eliaçık Twitter resmi hesabında, Hamas ve İsrail ile ilgili attığı aşağdaki  twitlerden dolayı sosyal medya üzerinde gündem konusu olduğu için, 29-11-2013 tarihinde Kürdistan Post internet gazetesinde yayınlanan bu yazımın tek bir harfine   dokunmadan olduğu gibi kendi web sitemde yayınlama gereğini duydum. 

 

 

İnsan Eliaçık acaba Türk ordusuna ve Türk Polis Teşkilatına yazılan Türkleri Twitter sayfasında engelleme ve pratik yaşamında bu insanları siliyor mu?

Aziz milletimize, savaşçılarımıza, siyasetçilerimize, alimlerimize, düşünürlerimize, aydınlarımıza, sanatçılarımıza ve Kürdistan’ın bağımsızlık mefküresine yönelik itibarsızlaştırma muamelesi yapan; onlara İslami ve sosyalist argümanlarla galebe çalanlara karşı kimse kalemimden kibarlık göstermemi beklemesin.

Türk ilahiyatının ve Türk İslamcılığının, Kürt ve Kürdistan düşmanlığı Mehmet Akif Ersoy’la başladığını daha önceki çalşmalarımda ayrıntılarıyla yazmıştım. 1992 yılında Yeryüzü Dergisi ve Burhan Kavuncu’nun gayretleriyle Kürdistan düşmanlığı meşrulaşacak ve Kürdistan düşmanlığı İslam’ın şartlarından biri olarak Kürt haricilerine (Hizbullah-HüdaPar) empoze edilecekti.

(Bakınızhttp://www.kurdistan-post.eu/tr/toplum/burhan-kavuncu-ve-surekasina-kadir-amac)

 

Bugün ise Kürdistan düşmanlığı üç Kayserili; Mustafa İslamoğlu, Mehmet Göktaş ve son yıllarda kamuoyuna adını “Antikapitalist Müslüman”  olarak duyuran İhsan Eliaçık olacaktı. İşgalci ve müşrik Türk devletinin tedrisatı rahlesinde geçen, bu birbirinden uyanık ve sahtekar yukezzibunları otuz yıldır tanıyorum. Ayrıca Türk evangelizmini ve oryantalizmini andıran yazılarını ve kitaplarını doksanlı yıllarda okumuştum.

İşgalci Türk devletinin karanlık güçleri tarafından tebliğ ve irşad adı altında Kürdistan’da oryantalist faaliyetler yürüten  bu üç Kayserili; tıpkı Hasan Sabah, Nizamül–Mülk ve Ömer Hayyam  gibi kendilerine Mehdilik misyonunu biçecektiler.

 

Mustafa İslamoğlu politik ehlisünnet İslamını, Mehmet Göktaş Kürdistan’da ehlisünnet İslam’ın kadısı ve  ehlisünnet kontenjanları dolu olduğu için Ali Şeriati’nin ve anarşist düşünürlerin fikirlerini hırsızlayarak ortama Ebuzer misyonuyla ”Antikapitalist Müslüman” sloganıyla galebe çalacaktı. Bu piyasadan çok daha karlı çıkacağını düşünen İhsan Eliaçık’ın bu hesabını bozacağım.

 

Dolayısıyla daha önce Mustafa İslamoğlu için kaleme aldığım ”Türk Devletinin Bel’am Bin Baurası” ve Mehmet Göktaş için de  kaleme aldığım “Mehmet Göktaş Kimdir Kürdistan’da Ne İş Yapar?”  adlı yazılarıma bakıldığında bu şahısların ne kadar Kürdistan düşmanı, ne kadar İslam’ın hırsızları, ne kadar sahtekar ve günahkar şahıslar olduğu fazlasıyla anlayacaklardır.

(1)- http://www.rojevakurdistan.com/index.php/component/content/article/114-kadir-amac-/7543-tuerk-devletinin-belam-bin-bauras

(2)- http://www.rojevakurdistan.com/index.php/component/content/article/114-kadir-amac-/7399-mehmet-goekta-kimdir-ve-kuerdistanda-ne–yapar

Bu zaviyeden hareketle  üç uyanık, üç sahtekar ve üç günahkar Kayserili yazı dizimizi İhsan Eliaçık’la sonlandırmış  olacağız.

İhsan Eliaçık 1977-1984 yılına kadar  Türk- İslam menşeeli MTTB,  Akıncılar ve Ülkücü  hareket içinde aktif eylem elemanı olarak çalışmıştır. İhsan Eliaçık, kan ve vahşetle beslenen Türkçü devletinin bekası için ve Türk-İslam ülküsünün tüm milletlere galebesi için, geçmişte başta Kayseri ve Türkiye’nin farklı şehirlerinde şiddet eylemlerine başvurmuş binlerce ülkücü-akıncı militanlardan biridir.

24.08.1980 tarihli Miliyet Gazetesi Türk Güvenlik güçlerinin İhsan Eliaçık’ın da aralarında bulunduğu Türk-İslamcı kampa yaptığı operasyonu, aşağıda görünen biçimiyle manşetten okuyucularına duyurmuştur.   anlatır. 

Ayrıca Oda TV davası kapsamında 14 Şubat 2011 tarihinde tutuklanıp serbest bırakılan Soner Yalçın; 02.09.2007 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin köşe yaazısında bu karanlık ve katil Türk İslamcı kampında yakalanan tüm isimler ve  tüm gelişen olaylar hakkında detaylı bilgi verirken İhsan Eliaçık’ın ismini neden ıskaladığı konusu aşağıdaki link okunduğunda pekala anlaşılacaktır. http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=7203252

Daha sonra Eliaçık 1980-1981 yıllarında Ankara Mamak Cezaevi’nde tutuklu kaldı. 1984 yılında işgalci Türk devletine gönüllü askerlik yaptı. 1985-1988 yılları arasında Kayseri İlahiyat Fakültesi’ni okurken, siyasal İslamcı hareketlerle ve düşüncelerle tanıştı. 1985-1990 yılının başlarına kadar Nurettin Topçu, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Erbakancı ve Türkçü düşüncelerle beslenip düşünsel bir arayış içindeyken; onun o yıllarda isimlerini bilmediği ve eserlerini okumadığı liberal ve yenilikçi İslam düşünürleri olan Muhammed Abduh, Cemaleddin Afgani, Muhammed İkbal, Seyyid Kutup, Fazlurrahman ve Ali Şeriati’nin düşünce sistematiklerini ben ondan önce okumuş olan biriydim.

1990-1993 yılları arasında İstanbul’da inşaat işçiliği yaptığım dönemde, İhsan Eliaçık’ı Yeryüzü Dergisi’nde yayınlanan yazılarıyla Türkçü bir gelenekten,  devrimci  ve tevhidi bir çizgiye geçiş yaptığını  anlamış oldum. İhsan Eliaçık’la ilk ve son karşılaşmam 1993’ün Mart ayında Beyazıt meydanında “Tevhidi ve Devrimci İslami Hareket Engellenemez!” pangartı altında birlikte slogan atmıştık.

Tam bu yıllarda “Değişim” adlı bir dergiyi, bir grup eski ülkücü ve akıncı arkadaşıyla çıkaracaktı. Bu derginin yayın politikası, Ülkücü ve Türkçü gelenekten devrimci İslami çizgiye  yönelişin macerası, İran Devrimi, Müslüman dünyasında gelişen siyasal  İslami hareketler, düzen partilerine oy verme, Türk devleti darül harp mi  yoksa darül İslam mı, PKK’nin “kominist”, “kafir” bir örgüt olduğu ve  İlimci grubun (hizbulvahşet) ise; Kürt-Müslüman kardeşleri olduğu ekseninde tartışmalar yürütülüyordu.

2000’li yılların başlarında ise kendisi gibi Türk devletinin tedrisatı rahlesinden geçen inancı bozuk, amelleri yamuk, Kürdistan düşmanı Hak Söz, Özgür-Der ve benzeri Türk siyasal İslamcı çevrelerle ilişkisi bozulur.  Bu kirli ve necis politik ortamda, patolojik ve psikolojik nevrozlar geçiren İhsan Eliaçık; Kürt gençlerini “Antikapitalist Müslüman” ayak oyunlarıyla devletleşme ve millileşme ülküsünden uzaklaştırma gayreti içinde olduğunu, 1980-1990 yıllarına tanıklık etmiş Kürdistanlı yurtsever dindarlar pekala bilirler ama Özgür Gündem bilmiyor!

Ayrıca Özgür Gündem Gazetesi’nin imkanı varsa, Kayseri Cumhuriyet  Savcılığı’na başvurarak İhsan Eliaçık’ın, yetmişli ve seksenli yıllarda kaç insan katlettiğini veya kaç mazlum insanı Allahu Ekber sloganıyla recm ettiğini öğrenebilir. Hakeza 13 Nisan 2012 yılında “Kürt Sorunu ve İslami Çözüm” adlı panele konuşmacı olarak katılan  Kürdistan Azadi İnsiyatifi’nin değerli  kurucu üyelerinden Yavuz Delal, Kürdistani düşüncelerini beyan ettiği için aynı panelde konuşmacı olarak bulunan İhsan Eliaçık, birden o eski ülkücü alışkanlığıyla refleks gösterip; değerli Kürt aydını Yavuz Delal’a “faşist” diyerek Kürdistan’ın siyasal egemenliğine ne kadar düşman olduğunu şu sözleriyle beyan etmekten imtina etmeyecekti: “Türk egemenliğinden kurtulalım derken Kürt egemenliğini yaratmayalım. Yeni sınırlar yaratmayalım, yeryüzündeki tüm sınırları kaldıralım.”

Bu sözleriyle Kürtlere, domuz etini deve eti niyetine satacak kadar uyanık bir Kayserili olmaktan imtina etmeyecekti. Sofistike kafalı Türk İslamcı İhsan Eliaçık; Türk devletinin putperest  ve terörist bir devlet olduğunu, Tanrıyı meteoroloji işlerine tahvil ettiğini, bin yıldır Kürdistanı işgal altında tuttuğunu, Kürtlerin ontolojik varlığını inkar ettiğini ve fizyolojik varlığına alçakça tecavüz ettiğini, işgalci Türk generallerin ve sömürgeci Türk valilerin Kürdistanı derhal  terk etmeleri gerektiğini, her millet gibi Kürt halkının da kendi öz toprakları üzerinde devlet olması gerektiğini söylemesi gerekirken; “fukara”, “guraba” ve kurabiye edebiyatıyla Musa El Eşari gibi, sahtekarlık yaptığını pekâlâ biliyorum.

Kürdistanlı fakir  ve  emekçi bir ailenin çocuğu olarak  yıllarca inşaat ustası, şu anda ise  yaşadığım şehirde  yaşlılar evinde çalıştığımı siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum. Ayrıyetten yurseverlik kimliğimi ve ilmi çalışmalarımı  bu zor şartlar altında ilmik ilmik örerek bugünlere geldiğimi belirtmek istiyorum.

Şimdi  İhsan Eliaçık’a şunu söylemek istiyorum: “ antikapitalist” oyununu “Shakespeare” gibi sahneye koyabilirsin, Türk gençlerini ve Türk halkını örgütleyip  tam da bu minvalde Türk devletini alaşağı edip, sınırları olmayan “Dünya Adalet Devletini” kurabilirsin!

Eyvallah! Öyleki  bu, onurlu ve soylu eyleminden dolayı bütün dünya halkları seni ayakta alkışlasın! Ama sen gelir dindar  Kürt halkının ve  dindar Kürt gençlerimizi “antikapitalist Müslüman” ayak oyunlarıyla Türk devlet iktidarı için kullanmaya tenezül edersen bende sana böyle haddini bildirmek zorunda kalırım.

Ey İhsan Eliaçık! Sizin ülkesi işgal edilmiş, dili yasaklanmış, ontolojik varlığı inkar edilmiş ve dünyada Müslümanların tanrısına ve emekçi sınıfına en az saygısızlık yapmış bir halka, antikapitalist ayetler ve antikapitalist tefsirler okuman büyük bir saygısızlıktır.

Eğer “antikapitalist “davanda çok samimiysen bundan sonra, Türk devletinin ve Türkçülüğün  kabesi olan Anıtkabir’in karşısına dikilirsin; milletinin abdestlilerine ve abdestsizlerine İbrahim gibi Musa gibi, Muhammed gibi, Ebuzer gibi, Abdullah Bin Mesut gibi şöyle seslenirsin: “Ey milletimin ileri gelen mele ve mutref sınıfı; Türk devletine, Türk ırkçılığına ve Atatürk felsefesine tapmak büyük bir zulüm ve şirktir!”demelisiniz. Hemen ardından da “antikapitalist manifesto”nun ikinci ayetini  Lut,  Eyke, Ad ve Semud kavimleri gibi, yeryüzünde bolluk ve iktidar hırsından  şımarıp ve sapkınlık yapan Türk milletine okuyup, onları işgal edilmiş Kürdistan topraklarının kurtuluşu ve Kürt halkının özgürlüğü için isyana davet etmelisiniz Heyhat! Siz bunların hiçbirini yapmıyorsunuz? Sadece “fukara”, “guraba” ve kurabiye edebiyatıyla midemizi bulandırıyorsunuz!

kadiramac @hotmail.com

Kürdistan Nurculuğu ve İslam

Not: Bu çalışma 2020 yılında ayayınlanan ”Kürdistan’da Hizbullah’ın Anatomisi” adlı eserin yazarı olan Kadir Amaç’a aittir.       

Kadim Kürdistan coğrafyasının yetiştirdiği en büyük Kürt mütefekkirlerinden biri hiç kuşkusuz Said-i Kurdî’dir. Son zamanlarda Fethullah Gülen ve adamlarının, Kürdistan halkının her milletin sahip olduğu özgür vatan sevgisini ve hasretini engellemek için sömürgeci Türk devleti ve uluslararası güç şebekeleriyle ortak hareket ettiklerine şahit olmaktayız.

Gülen Hareketi ve şürekası Kürtlerin özgür vatan ülkülerini, ideallerini boşa çıkarmak ve modern Türk kolonyalizmini Kürdistan coğrafyasında en yüksek düzeyde temsil etmek için Said-i Kurdî’nin eserleri üzerinde en az beş yüz nokta da tahrifat gerçekleştirmişlerdir.

Nurcu cemaatlerin ezici çoğunluğu, Said-i Kurdî’nin eserlerini Türkçü ve Ehl-i sünnet(!) esaslar üzerinden yeniden yorumlayarak ve tahrif ederek, “Dinlerarası hoşgörü” parolasıyla, Türk-İslam evangelizmi ülküsü adına, küresel ölçekte hiçbir Türk devletinin ve hiçbir Türkçü akımın başaramadığını başarmıstır. Kürtlerin özgür vatan sevdasını Said-i Kurdî adına zehirlemeye ve yok etmeye kararlı olan Gülen ve adamlarının, Said-i Kurdî’nin benimseyip, amel ettiği inanç ve düşünce iklimiyle hiçbir biçimde benzeşmediğini bu çalışmada ortaya koymaya çalışacağım. Bu vesileyle Said-i Kurdî’nin Kürt ve Kürdistan meselesi hakkında vaaz ettiği görüşlerini ana hatlarıyla ilmi zaviyede sistematize etmeye çalışacağım.

İbn-u Tufeyl ve Gazali’den etkilenir

Öncelikle Said-i Kurdî’nin özgür vatan bilincini ve bu bilincin yüklediği sorumluluğu kavrayıp çözümleyebilmemiz için; o günün siyasi, sosyal, psikolojik, ekonomik ve uluslararası konjonktürel şartlarına egemen olan faktörleri bütün veçheleriyle bilmemiz gerekmektedir. Kürdistan’ın çeşitli medreselerinde kısa süren bir eğitim hayatı olan Said-i Kurdî, bu kısa süreli medrese eğitiminden sonra kendi imkanlarıyla yoğun bir okuma seferberliğini başlatır.

Kardeşi Abdurrahman Nursi, kitabında yirmi dört saat içinde Cem’ül Cevam-i, Şerhül Mevakıf ve İbni Hacerin kitaplarını okuyup anladığını yazar. İşrakiye felsefesinin kurucusu İbn-u Tufeyl ve Gazali’den etkilenir. Büyük Kürt Şairi ve filozofu Ehmedê Xanî’nin türbesinde ibadete kapanır ve bu sıralar 13-14 yaşlarındadır. Mardin’e gittiğinde o sıralar islam dünyasını baştan aşağıya kuşatan batı emperyalizmine karşı mücadele veren Cemalettin Afgani ve Şeyh Sennüsi hareketinin üyeleriyle yolda karşılaşıp, tanışma fırsatını bulur. (1)

Bundan sonra Said-i Kurdî’nin düşünce ve mücadele kulvarında Van şehri çok önemli bir yer kaplar. Vanlı Hasan Paşa’nın daveti üzerine uzun süre Van’da kalır. Said-i Kurdî, Van ile Kürdistan’ın diğer şehirleri arasında sürekli hareket halinde olur. İnşa ettiği bu hat üzerinde, sömürgeci Osmanlı İstibdadı’nın Valilerine, Paşalarına, işbirlikçileri Hamidiye Alaylarına, Ağalara ve Şeyhlere karşı aktif bir mücadele örneği sergiler.

‘Artık uyanınız, sabahtır’

Said-i Kurdî, Kürt halkının içinde bulunduğu bu menfi koşulları ortadan kaldırmak için beş yüzyıl boyunca, Osmanlı müslümanlığıyla dövülerek sersemleştirilen Kürt milletinin ontolojik hafızasını tekrar ayağı kaldırmak için Kürt halkına şu tarihi çağrıda bulur; “Ey aslan Kürtler! Beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. Yoksa sahra-i vahşette vahşet ve gaflet sizi yağmalayacaktır. Hem milliyet denilen Rüstem-i Zâl ve Selahaddin-i Eyyubi gibi Kürt dahi kahramanlarıyla bir çadırda oturan her biriniz milliyet fikriyle umum milletin bir somut örneği olunuz. Varlığınızı birliğinizle gösteriniz. Yoksa sıfır çekecek, hürriyet diplomasını elinize vermeyecektir.” (2)

“E
y aslan Kürtler! Beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. Yoksa sahra-i vahşette vahşet ve gaflet sizi yağmalayacaktır.”

______________________________________________________________

Said-i Kurdî 1893 ile 1908 yıllarını ve Kürt halkının içinde bulunduğu keşmekeşliğin en büyük düşmanını cehalet olarak tespit eder. Dolayısıyla Kürdistan halkına bu rönesansı yaşatmak için Van, Bitlis ve Amed hattında kafasında projelendirdiği “Medresetüzehra” adında bir üniversite kurmak için 1908 yılında İstanbul’a gider. İstanbul’da Abdulhamid’e Kürdistan coğrafyasında Kürtlerin kendi anadillerinde eğitim ve öğretimlerini yapacakları “Medresetüzzehra” adında kurumların açılmasını konu alan bir dilekçeyle isteklerini sunar.

O sıralar Kürt aydınların çıkardığı Şark ve Kürdistan gazetesinin birinci sayfasında bu dilekçe yayınlanır. Yayınlanan dilekçenin bir bölümü şöyledir: “Kürdistan’ın kasaba ve köylerindeki mekteplerin kurulmuş olması memnuniyetle görülmekte ise de bu mekteplerden Türkçeyi az da olsa öğrenmiş olan çocuklar ancak yararlanabilmektedir. Türkçeyi bilmeyen Kürt çocukları ise medreselerde okutulan ilimleri terakki etmenin biricik kaynağı olarak bilmektedirler. Yeni açılan bu mekteplerdeki öğretmenlerin mahalli dili (Kürtçe) bilmemeleri dolayısıyla bu çocukları eğitim ve öğretimden mahrum bırakmaktadır. Bu ise vahşete, karışıklığa, dolayısıyla batının gürültülü ve patırtı çıkarmasına sebep oluyor…” (3)

Devlete eklemleme çabası

Bundan sonra Said-i Kurdî İstanbul’da Kürt ve Kürdistan davasını yürüten Kürt aydınlarını, alimlerini, Kürt siyasetini yürüten örgütleri ve Kürt yayın organları ile yurtseverlik temelinde, hepsiyle eşit mesafede ilişkiler içinde olur. Ve yürütülen bu yurtseverlik faaliyetler içinde yerini alır. Özellikle o dönemlerde Kürt ve Kürdistan davası için mücadele eden, Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti (1908), Kürd Teali Cemiyeti (1918), Azadi Cemiyeti (1923) içinde yurtseverlik faaliyetlerini sürdürür.

Aynı şekilde İstanbul’da kaldığı süre içinde o dönemin en büyük Kürt düşünce ve dava adamlarından olan Bedirhaniler ailesi, Cemil Paşa ailesi, Seyyid Abdülkadir, Abdullah Cevdet, Ahmed Arif, Mehmet Sıdık, Babanzade Naim Bey, Cibranlı Halid Bey ve Şeyh Said gibi yüzlerce şahsiyetle Kürdistan davası üzerine münazaralar yapmıştır. Mamafih o dönemlerde Said-i Kurdî Kürt aydınların çıkardığı Şark ve Kürdistan Gazetesi, Kürt Teavün, Terakki Gazetesi ve Volkan Gazetesi gibi yayın organlarında Kürdistan davasıyla ilgili pek çok yazılar kaleme almıştır. (4)

Said-i Kurdî yukarıda anlattığımız ilişkileriyle ve faaliyetleriyle yaşamı boyunca milliyetine, diline ve kültürel değerlerine karşı oldukça güçlü bir bağ içinde olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Türk ve Kürdistan halkları arasında Nurcu cemaat olarak bilinen Fethullah Gülen ve benzeri parti, cemaat ve örgütlerin zalim Türk devletine eklemlenerek, Kürt halkını kimliklerinden ve özgür vatan sevdalarından mahrum bırakmak için Said-i Kurdî’yi; ‘ama islam ümmetinin birliği için Kürtlüğünden vazgeçmiştir, o bir islam alimiydi, onu Kürt meselesine bulaştırmayın, asil önemli olan islam davasıdır, islam ümmetidir, kardeşliktir, bugün Kürt kavmiyetçiliği adına ülkemizi ve devletimizi bölmeye çalışan bu zavallı Ermeni uşaklarına karşı kayıtsız kalmayınız… Tabiri caizse haydi bakalım atalarınız gibi siz de Kürt kimliğinizden ve özgür vatan sevgisinden vaaz geçin!’ Biçiminde sömürgeci Türk devleti ile iş birliği yaparak Kürt halkı üzerinde yoğun bir propagandanın yürütüldüğünü görmekteyiz.

‘Ey Kürt halkı!’

Özellikle son dönemlerde Türk devleti ile Fethullah Gülen Cemaati söylediğimiz yöntemlerle Kürt halkını diline, kültürüne ve vatanına karşı aline etmek için dev bütçeleri bu oryantalist faaliyetler uğruna harcadığını tüm ilgili çevreler tarafından bilinmektedir. Ehven-i şer odaklarına karşı Said-i Kurdî, Kürtlere şu tarihi uyarıyı yapmaktadır: Her tarafa şubeler salmış büyük bir çeşme başında bir bozulma olursa bu her tarafa sirayet eder. Fakat yüz pınarın ortasında büyük bir havuz olursa, o havuz pınarlara bakar ve onlara tabidir. Ey Kürtler! Görüyorum ki, bizde pınar yoktur. Onun için uzaktan gelen taafün eden bir suyu içiyoruz. Eskisi gibi istibdadi görüyoruz. Öyle ise gayret ediniz, çalışınız, Ta ki bir kemalat pınarı bizde de çıksın. Yoksa daima dilenci olacaksınız ya da susuzluktan öleceksiniz.” (5)

______________________________________________________________

“Ey
Kürt Halkı! İttifakta kuvvet, ittihatta hayat, kardeşlikte saadet, hükümette saadet vardır. İttihat bağını ve muhabbet ipini güçlü tutun. Ta ki sizi beladan kurtarsın.”

______________________________________________________________

Said-i Kurdî, Kürt halkının içinde bulunduğu korkunç köle yaşamı Kürt Teavün ve Terakki gazetesinde yazdığı Kürtçe makalelerle anlatır. Kürt Teavün ve Terakki gazetesinde yayınlanan bu makale şöyledir: Ey Kürt Halkı! İttifakta kuvvet, ittihatta hayat, kardeşlikte saadet, hükümette saadet vardır. İttihat bağını ve muhabbet ipini güçlü tutun. Ta ki sizi beladan kurtarsın. Bana iyi kulak verin, size bir şey söyleyeceğim: Biliniz ki, korumamız gereken üç cevherimiz vardır; Birincisi islamiyettir ki; binlerce şehidimizin kanı pahasına olmuştur. İkincisi insaniyettir ki; halkın nazarında akla uygun hizmetle yiğitliğimizi ve insanlığımızı bütün dünyaya göstermeliyiz. Üçüncüsü milliyetimizdir ki; bize meziyet vermiştir. Bizden öncekiler iyilikleriyle yaşıyorlar. Kendine yetebilen, milliyetini koruyup onların ruhlarını kabirlerinde şad eder… Biz üç elmas kılıcı elimize alalım ve düşmanı üstümüzden kaldıralım. Birincisi: Adalet, maarif ve okuma kılıcıdır. İkincisi: İttifak ve milli muhabbet kılıcıdır. Üçüncüsü: Kendine güven kılıcıdır. (6)

Dolayısıyla Filistin’li islam düşünürü Fehmi Şinnavi “Kürtler islam ümmetinin yetimleridir” sözünden önce Said-i Kurdî’nin Kürt halkının bu perişan ve öksüz halini en yüksek düzeyde kavramış olması çok önemlidir. Bundan dolayı mustazaf Kürdistan halkını yetim ve öksüz bırakan ve islam düşüncesinin nimetlerinden faydalanarak yeryüzünde güçlü devletler kuran Arap, Fars ve Türk miletine, Kürt halkının vatanını ve dilini kardeşlik ve ümmet adına yetim bırakanlara şu tarihi çağrıda bulunuyor: “Ey Türkler ve Araplar! Sizde olan hakkımızı dava ediyoruz. Yani Kürt gibi küçük taifelerin menfaati ve saadet-i dünyeviyeleri ve uhreviyeleri, sizin gibi büyük muazzam taife olan Arap ve Türk gibi hâkim üstadlara bağlıdır… Birbirinizin şahsi kusurlarına bakmamak gerektir.” (7)

‘Kaderin sikkesi anadildir’

Said-i Kurdî İstanbul’da bulunduğu sıralarda, Kürdistan halkının özgürlük davası için mücadele eden dönemin önemli Kürt dava adamları Emin Ali Bedirxan, Seyyid Abdulkadir, Şükrü Mehmet ile birlikte İstanbul’daki Amerikan Konsolosluğu’na giderler. Said-i Kurdî, Kürdistan davası için sert tartışmalar içine girer. Said-i Kurdî elinde taşıdığı Kürdistan haritasını Amerikalı Konsolons’a gösterdiği sırada, konsolos ona dönerek: “Bu bölgenin çoğunluğu üzerine Ermenistan devletinin kurulmasına karar verilmiştir” demesi üzerine Said-i Kurdî şöyle cevap verir: “Kürdistan eğer deniz sahilinde olsaydı, Diritnavutlarınız (savaş gemileriniz) ile belki bu kararı uygulayabilirdiniz. Fakat Kürdistan dağlarına Diritnavutlarınız çıkamaz, bu kararınız da uygulanamaz.”(8)

1923 yılına gelindiğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin ırkçı ve şovenist paradigması Atatürk, Yusuf Akçura, Ahmet Ağayef, Falih Rıfkı Atay, Dr.Rıza Nur, Nihal Atsız ve Esad Bozkur gibi kişiler tarafından inşa edilecekti. Türk ırkçılığı ve şovenizmi üzerine inşa edilen bu yeni Türkçü paradigma, Kürt coğrafyasını ve insanını hedef alarak, varlığını sonlandırmak için sömürgeciliğin tüm enstrümanlarını kullanmaktan imtina etmeyecekti. Bu yeni Türk devleti etnografik hudutlarını tek millet, tek devlet ve tek bayrak ekseninde amentulaştıracaktı. Kürt halkı için çok zor geçen bu dönemlerde Said-i Kurdî, Kürt dilinden, Kürt milliyetinden ve kültüründen asla taviz vermediğini şu sözleri ile bu tanıklığını ispatlayacaktı:

“İnsanda kaderin sikkesi(damgası) anadilidir.” (9)

Kürt olup, Türkçülüğün amentüsünü yazan Ziya Gökalp ile bir defasında karşılaşırken, onun içinde bulunduğu rezil ve alçak duruma işaret ederek şu tarihi sözü söylemekten geri durmamıştır: “Bir kelle soğanı bin kızılelmaya değişmem.” (10) Said-i Kurdî, sahih Kur’an-ı ve rasyonelliği benimsediği için milliyet, dil ve kültür tanımlamalarını ontoloji, anatomi ve fizyoloji yasaları ekseninde değerlendirmiştir. “Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir.” (Araf/-22) (11)

‘Aldanırız fakat aldatmayız’

“Ben Kürdistan’da doğdum ve ben Kürdüm” diyen Said-i Kurdî, Divan-ı Harp’te derki: “Fahr (övünmek) olmasın biz ki Kürdüz, aldanırız fakat aldatmayız.” Ayrıca, İstanbul’da Padişah’ın ve Ankara’da ise Atatürk’ün kendisine rüşvet, maaş ve makam tekliflerine karşı tenezzül ve tevessül etme girişiminde asla bulunmadığını şu sözleri ile kanıtlamıştır: “Sultanın maaş ve ihsan denilen rüşvet ve susma payını kabul etmedim. Reddettim. Milletimin namını lekedar etmedim. Aklımı feda ettim. Hürriyetimi terk etmedim. Ona boyun eğmedim.” (12)

Said-i Kurdî’nin yurtseverlik mücadelesinde beni en fazla etkileyen şu hadise olmuştur: 1909 yılında İstanbul’da kırk bin Kürt hamalını, Kürt yurtseverliği temelinde örgütlemiş olmasıdır. Araştırmacı Kürt yazar Rohat Alakom, Said-i Kurdî’nin “umum yerleri ve kahvehaneleri” (13) dolaşarak babasının da hamal olduğunu belirtmiş olmasıdır. Bu örgütlenme yöntemiyle Kürdistan tarihinde bir ilke imza atmış oluyordu. Çünkü insanlık tarihinde farklı sınıflardaki insanları zalim otoritelere karşı örgütlenme kategorilerin olduğunu biliyoruz. Fakat hamallar sınıfını, Said-i Kurdî’nin hem ulusal hem de emek temelinde yaptığı bir örgütlenmeyi yapan birinin olduğunu da sanmıyorum.

Türkiye’nin tanınmış en önemli gazetecilerinden biri olan Uğur Mumcu, Said-i Kurdî’nin Türk devletine ve Atatürk’e karşı büyük bir düşmanlık beslediğini şu sözleriyle belirtir: “Said-i Kurdî, Atatürk’ün ve laik devletin amansız düşmanıdır.” “Bütün bunlardan anlaşılıyor ki Said-i Kurdî hem islamcı hem Kürtçü’dür.” (14)

Nihal Atsız Nurculuğu…

Hayatının büyük bir bölümünü Said-i Kurdî’nin eserlerini ve fikirlerini insanlara tanıtmakla ve anlatmakla geçiren Sıddık Şeyhanzade, Said-i Kurdî yaşamı boyunca sahih Kur’an düşüncesi, batıl inançlara galebe gelsin diye ve mazlum Kürt halkı özgür olsun diye yaşamını vakf ettiği söyler.
Said-i Kurdî’nin eserleri üzerinde yapılan bu tahrifatların gerçeği ortaya çıksın diye başta Fethullah Gülen ve önemli adamlarından olan Hekimoğlu İsmail ile farklı zamanlarda buluşup konuştuğunu söyler. Hekimoğlu İsmail’e Said-i Kurdî’nin eserleri üzerinde beş yüz nokta üzerinde tahribatın yapıldığını kendisine hatırlattığını söyleyince, şu karşılığı aldığını söyler: “Bizim nurculuğumuz Nihal Atsız nurculuğudur.” (15) H.İsmail’in bahsettiği bu şahıs yüz yılın en büyük Türkçü düşüncesini savunan adamdır. Ve Said-i Kurdî’yi Kürdistan devletini kurmakla suçlayıp, şu sözleriyle hedef göstermiştir: “Kürtlerin mevhum meziyetlerinden bahsediyor. Kısacası onlara devlet kurdurmaya şu sözüyle gösteriyor”: “Özgür bir Kürdistan tohumu ekiyorum. Onu geliştirip büyütün.” (16) H.İsmail’in Sıddık Şeyhanzade’ye yaptığı bu itirafı açıkça gösteriyor ki, Fethullah Gülen ve cemaati Nihal Atsız’ın Türkçü fikirlerini tüm dünyaya yaymak için, Nurculuk ve Islamcılık adı altında küresel ölçekte oryantalist faaliyetler yürüttüğünü fazlasıyla kanıtlamaktadır.

‘Zalimler için yaşasın cehennem!’

Son olarak 1990’lı yıllarda, benimde şahit olduğum, politik Türk islamcıların çıkardığı Tevhid ve Yeryüzü dergileri büyük Kürt düşünürü Musa Anter’i kapak konusu yapıp, Kürt halkına bu şahsin islam düşmanı ve Kürtlere Zerdüştlük propagandası yapmakla suçlayıp hedef haline getirmişlerdi. Sözde bu islam düşmanı, bakınız Said-i Kurdî ile olan anısını nasıl anlatıyor: “Şerefli yaşantısı çok renklidir. Öyle ki evlenmeye, bir ev kurmaya bile vakit bulamadı. Hele yüzyılımızın başından 1960 yılına kadar tüm hayatı Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti otoriteleri ile mücadele ederek geçmiştir. Uzun ve değerli hayatının anlatılması hatıralarımın içinde yersizdir. Onun hayatı başlıbaşına ciltler dolusu ibret levhalarıyla dolacak çaptadır.”
Sonuç olarak toparlayacak olursak Said-i Kurdî Lahikalar, Asar-i Bediyyat, Hutbe-i Şamiye gibi eserlerinde Kur’an ve insan merkezli düşünceyi eksen alarak, Kürdistan halkının da diğer halklar gibi özgürce yazgılarını belirleme hakları olduğunu açıkça belirtmiş olmasıdır. Ana hatlarıyla tanıtmaya çalıştığımız Said-i Kurdî’nin yurtseverlik panoraması böyleyken, yeryüzünde üstün ırk tasavvuruna sahip, Türkçü zihniyetin mimarı Fethullah Gülen, bu büyük Kürt düşünürü için şöyle diyor: “Ben bir Kürdün huzurunda diz çöküp elini öpmeyi gururuma yedirmediğim için gitmedim.” Bu zihniyetin temsilcisi olan Sızıntı Dergisi 2011 Haziran tarihli sayısında, Said-i Kurdî’nin bir fotoğrafını kapak yaparak, bu büyük Kürt düşünürün yurtseverlik kimliğine karşı ne kadar tahammülsüz olduğunu göstermiş olacaktı. Dergi kapağında Said-i Kurdî elinde kocaman bir Türk bayrağı ile adeta tüm insanlık ailesinin asabiye şubelerini Türkleştirmek için sefere çıkmış gibi.

Durum tüm çıplaklığıyla ortadayken Türk devleti, Fethullah Gülen ve dostları, Said-i Kurdî’nin Kürt kimliğini ortadan kaldırmak için oryantalist enstrümanlar ve cerrahi yöntemler kullanarak transformasyona uğratmak istemişlerdir. Dolayısıyla Kürt halkının bu düşmanları, büyük Kürt filozofun dehasını gördükleri için tıpkı Mevlâna ve Fuzuli gibi Said-i Kurdî’yi ve düşüncelerini Türkleştirmek istemişlerdir. Dolayısıyla bu büyük yurtsever Kürt filozofu, Türk devletinin her türlü irrasyonalist, geleneğine ve sömürgeciliğe karşı tavrını söyleyeceği şu Kürtçe sloganla net ortaya koymuş olmasıdır: “Ji bo zaliman bijî cehennem” (zalimler için yaşasın cehennem). Bu zaviyede hareketle her bir Kürt bireyin özgür vatan bilincini ve düşüncesini kozalaştırıp tıpkı bir kelebek gibi özgürlüğe kanat çırpması için Said-i Kurdî, gibi Kürt filozoflarını yaşamlarında eksik etmemelidirler.

Kadir Amaç

KAYNAKÇA

(İctimai Receteler 1, s. 60)
2. (İctimai Dersler: Zehra Yayın,s. 94)
3. (Vefatının 50.Yılında Bediüzzaman Said Nursi, s.19)
4. (Kürt Sorunu, Altan Tan, s.162 )
5. (İctimai Receteler 1,s.193)
6. (Kürtler ve Islami kurtuluş, Sait Özbey,s.44)
7. (İctimai Dersler, Zehra Yayıncılık, s.59)
8. (Doza Kürdistan, Zinar Silopi,1969, s.54)
9. (İctimai Reçeteler 1, s.94)
10. (İctimai Reçeteler 1, s.95)
11.( Kur’an Meali, Ali Bulaç, Araf 22, Ankebut)
12. (İçtimai Receteler , s.52)
13. (Eski İstanbul Hamalları, Rohat Alakom)
14. (27 Mart 1990 Cumhuriyet gazetes, Uğur Mumcu)
15. (Gerçek Hayat Dergisi,27.11.2008)
16. (Atsız Mecbua, yıl: 1932.sayı:17)

Sayın Başkan Alexander De Croo’ya Mektup

‘Sayın Başkan Alexander De Croo,                                               

Efendim! Ben Kadir Amaç, Belçika’nın şirin ve güzel kasabası Brasschaat’tan selamlar, sevgiler ve saygılar sunuyorum. 17 yıl önce, fikirlerim ve yazılarım nedeniyle ülkenize Kürt yazar kimliğiyle sığınmacı olarak geldim. Belçika Devletine iltica başvurusu yaptım ve iltica talebim kısa bir süre içinde demokratik devletiniz tarafından kabul edildi. Şimdi ise, ülkenizin bana verdiği vatandaşlık pasaportunu taşıyorum ve bu durumdan son derece gurur duyduğumu ve Belçika Devleti ve halkı adına sizin aracılığınızla teşekkürlerimi iletmek istiyorum.

Sayın Başkan Alexander De Croo,

Zat-ı alinizin afına sığınarak kısaca mensubu olduğunuz Flaman milletinin hak arama mücadele tarihine kısa bir yolculuk yapmak ve daha sonra Kürt halkının hak arama mücadelesinin hiçbir aşamasında terör ve tedhiş eylemlerine tenezzül etmediklerini ve amaçlarının sadece ve sadece üzerinde beş bin yıldır yaşadıkları anavatanlarında yasaklanan dillerini konuşmak ve yüzyıl önce kaybedilen siyasal egemenlik haklarını yeniden kazanmak olduğu gerçeğini mukayeseli ve bilimsel görüşlerinize sunmak istiyorum.

Sayın Başkan, Alexander De Croo,

Belçika’nın son 90 yıllık tarihini kısaca ele alırsak, Flamanlar ile Valon milletleri arasındaki temel sorunun ana dil, teritorialve siyasal egemenlik konuları üzerinde temellendiği siyasi çekişmenin tarihini diyebiliriz. Bildiğiniz üzere, 1815 ‘’Waterloo Savaşı’’ndan sonra Belçika’yı oluşturan bölgeler Hollanda’ya bağlanmıştı. Protestan olan Hollandalıların Fransızca konuşan Valonlara zorla ve asimile yöntemiyle Hollanda dilini kabul ettirmeye kalkışmaları sonucu 1830 yılında Hollanda egemenliğine karşı çıkan, Valon ve Flaman entellektüellerin ve eğitimli burjuva aristokrasi sınıfının işbirliği sonucunda ‘’Temiz Devrim’’ yapılarak Belçika Devleti kurulmuştur.

Belçika toprakları Hollanda egemenliğinden kurtulduktan hemen sonra siyasal egemenlik Valonların kontrolüne geçti. Valonlarla birlikte Hollanda sömürgeciliğine karşı savaşan Flaman milleti bu kez Valonların kötülüklerine maruz kaldı, dilleri aşağılandı ve yasaklandı. Bu sebepten dolayı Flaman milleti ilk olarak anadil hak arama mücadelesi taleplerini 19. ve 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkardılar.

Özellikle 1. Dünya Savaşı sırasında Belçika ordusunun çoğunluğunun Flaman askerlerinden oluştuğunu çok daha iyi biliyorsunuz. Flaman askerler Fransızca konuşan subaylar tarafından aşağılandığını, hakarete uğradığını ve Flaman askerlere verilen Fransızca emirleri anlamadan ölüme gittiklerini bir Kürt yazarı olarak zat-ı alinize bu acıları yeniden hatırlattığım için özür diliyorum.

Sayın Başkan, Alexander De Croo,

Flaman halkına yönelik bu akıl almaz kötülüklerin yapıldığı o yıllarda bir grup Flaman entellektüelin örgütlendiklerini ve dil konusunda bir takım temel hakları talep ettiklerini görüyoruz. Flaman entellektüellerin dil konusundaki bu azimli mücadeleleri kısa bir süre içinde meyvelerini yavaş yavaş vermiş ve ilk olarak 1920’lerde mahkemelerde tercüman bulundurma ve Gent Üniversitesi’nde bazı derslerin Flamanca olarak verilmesine sebep olmuştur. Flaman Milli Hareketi bu taleplerde kalmayıp 1920’den itibaren adım adım federalleşme idealini gerçekleştirmek için, dil ve teritorial egemenlik esasında ayrışmanın alt ve üst koşullarını inşa etmeyi başarmıştır. Bu inşa süreci II. Dünya Savaşı sonrasında hızlıca ilerleyerek istenilen merhaleye ulaşılmıştır.

Sayın Başkan Alexander De Croo,

Kürtlerin ana dil ve siyasal egemenlik hak arama mücadelesini daha iyi anlayabilmeniz için tarihinizde yaşanmış şu örneği vermek istiyorum: II. Dünya Savaşı sırasında işgalci Almanların German bir dil konuşan Flamanları milliyetçiliğe teşvik ettiklerini ve öyle ki onları kışkırttığını inkar edemeyiz. Flaman milletinin bir diğer tarihi hak arama mücadelesi ise 1960’ların başlarında Katolik Leuven Üniversitesi’nde yaşanan üzücü olaylardır. Bu olaylardan sonra anadil sınırının çizilmesi ile birlikte, Leuven şehri Flaman topraklarında kalır. Bu yaşanan üzücü olayların hemen ardından Flaman Milliyetçi Hareketi tüm eğitim ve öğretim derslerin Flamanca öğretilmesi hakkını elde eder.

Sayın Başkan Alexander De Croo,

yaşanan bu üzücü olaylarda taraflar birbirlerine ‘’TERÖRİST’’ ifadesini kullanmaktan imtina etmediler. Yani, Flaman Milliyetçi Hareketi hem Hollandalılar hem de Fransızlar tarafından TERÖR Hareketi olarak değerlendirilmiştir. Flamanların bu hak arama girişimleri aynı zamanda Valon Milliyetçi Hareketini doğurmuş ve her iki taraf da sokaklarda ve meydanlarda birbirlerine karşı şiddet araçlarını kullanmaktan geri durmamışlardır. Aynı şekilde hem Flamanların hem de Valonların ulusal marşları ve ulusal günleri farklıdır. Özellikle planlamalar 14. yüzyılda Fransızları yendikleri ‘’Altın Mahfuzlar Muharebesi’’nin her yıl ulusal gün adına kutluyorsunuz! Örneğin siz bu tür milli bayramlarınızı halkınızla kutladığınızda birileri gelip, bayram kutlamalarına katılan halka saldırdığında nasıl bir tepki verirdiniz?

Konumuza kaldığımız yerden devam edersek, tüm bu gelişmelerden sonra iki toplum çok ciddi krizler ve çatışmalar yaşamıştır. Bu süreç 1996’ya gelindiğinde Belçika’nın federal bir yapıya kavuşması ile hukuki bir şemsiye altına girerek, her iki halkın anadilleri ve temel hak ve hürriyetleri anayasal güvence altına alınmıştır. Flamanlar 90 yıl önce hak arama mücadelesini vermemiş olsaydılar acaba bir Flaman olarak bugün Belçika Devlet Başkanı olur muydunuz, ya da bugün Vlaanderen ve Valon federal bölgeler olur muydu?

Sayın Başkan Alexander De Croo,

bugün Brüksel Avrupa’nın başkenti olmakla birlikte adeta dijital gezegenimize de başkentlik yapmaktadır. Çünkü, Belçika ve Brüksel dünyadaki en önemli siyasi kararların alındığı bir ülkedir. Bir zamanlar bu kadim şehirde ağırlıklı olarak Flaman dili konuşuluyordu ama bugün Brüksel nüfusunun yaklaşık %90’ı Fransızca konuşmaktadır! Bu gerçeğe rağmen Flaman siyaseti Brüksel’i Flanderen bölgesine dahil etmek istemektedir. Ancak, Brüksel’in çoğunluktaki nüfusu idari olarak Flanderen bölgelerine bağlanmak istemez. Bu sebeple çatışmayı önlemek için Brüksel’e bir çeşit tarafsız iki dilli bir yapı statüsü anayasal olarak tanınmıştır ve aynı zamanda bu durum örnek bir çözüm modelidir. Ayrıca Flaman aydınları çoğunlukla iyi Fransızca biliyorlar ve tüm bu gerçeklere rağmen son yıllarda iki toplumun da birbirlerinin dilini konuşma yolunda çok daha istekli olduğu gözlenmektedir.

Sayın Başkan, Sayın Alexander De Croo,

Belçika’daki iki halkın teritorial ve siyasal egemenlik haklarının eşit şekilde paylaşılarak, dünya devletler liginde örnek bir model ülke olmaktan ne kadar fazla gurur duysanız azdır. Valonlar ve Flamalar, Hristiyan ve Katolik olmalarına rağmen Güney’de Valonlar (Fransızlar), Kuzey’de Flamalar Hollanda dili konuşmaktadırlar ve ülke üç federal bölgeye ayrılmış durumdadır. 1. Vallon (Wallonie) bölgesi, 2. Flamanların (Vlaanderen) bölgesi, 3. Çoğunlukla Fransızca konuşan Brüksel bölgesi ve Almanca konuşan 1000.000 kişilik bir topluluğun yaşadığı bölgeyi de hatırlatmakta yarar var. Ayrıca Belçika’da toplam 5 parlamento ve hükümet bulunmaktadır. Federal Hükümet, Flaman Bölgesel Hükümet, Walon bölgesi hükümeti, Brüksel Merkezi hükümeti, Brüksel-Walon Fransızca konuşan hükümetlerinden oluşan dünyanın belki de en demokratik ülkesi diyebiliriz.”

Sayın Başkan Alexander De Croo,

Görüldüğü gibi, 1996 yılından beri federal bir demokrasi ülkesi olan Belçika’da bölgelere ayrışmanın temel ölçüsü ana dil ve siyasal egemenlik haklarıdır. Belçika’da yaşayan halklar hem eşit düzeyde kendi anadillerini ve siyasal egemenlik haklarını eşit düzeyde kullandıklarını görüyoruz. Örneğin, Belçika’da iki dilli de ana dili gibi öğreten hiçbir okul yoktur. Çocuklar ya Fransızca okuluna ya da Flaman okuluna gitmek zorundadırlar. Bu kadar da kalmıyor, Flaman bölgesinde sadece Flaman okulları, Valon bölgesinde sadece Fransız okulları var. İki tip okulun bulunabildiği tek bölge Brüksel ve çevresindeki bazı imtiyazlı bölgelerdir. Belçika’ya özgü olan bu siyasi karakterlerin ya yerel yönetimlerin, federal ve bölgesel hükümetlerin şemsiyesi altında ülkede yaklaşık olarak 300 yerel yönetim birimine sahip olduğunu ve bunların toplamına komün adı verildiğini biliyoruz. Komünlerin birçok konuda yetkili kılınmıştır. Ayrıca kendi polis teşkilatları, hastaneleri, okulları, pasaportları, oturma izinleri ve diğer idari belgeleri komünlerden temin ediyorlar.

Sayın Başkan Alexander De Croo,

Flaman milletinin hak arama mücadelesini ana hatlarıyla size hatırlatmakdaki maksadım, 5 bin yıllık tarihe sahip olan ve buğdayın ilk bulunduğu ve ilk evcilleştirildiği Kürt toprakları işgal altında ve bu toprakların yerli halkı olan Kürtlerin yüzyıldır anadilleri okullarda, üniversitelerde, parlamentoda, hastanede, mahkemede, belediyede ve hayatın her alanında yasaklandığı gerçeğiyle yüzleştirmek ve yarım saatliğine KÜRT OLUP EMPATİ yapmanıza vesile olmak istiyorum.

Bu perspektiften hareketle 24 Mart 2024 tarihinde Leuvenkentinde düzenlenen Kürt Milli Newroz Bayramı kutlamasının ardından Heusden-Zolder kasabasından konvoy halinde geçen Kürtlere yüzlerce ırkçı Türkün saldırısına uğradığı görüldü. Sosyal medya üzerinde yayınlanan video görüntülerinde güvenlik güçlerinin yetersiz kaldığını, acemi olduklarını ve olaya müdahalede başarısız olduklarını net bir şekilde görebiliyoruz. Ayrıca görüntülerde, ırkçı grubun IŞİD teröristleri gibi Kürtlerin milli bayraklarını ateşe verdiklerini, tekbirler eşliğinde bir eve sığınan bir grup Kürtü yakmaya çalıştıklarını ve başka bir video görüntüsünde ise bir Kürt gencinin linç edilme sahnesi IŞİD teröristlerini bana hatırlattı.

Sayın Başkan Alexander De Croo,

Belçika’da yaşayan Kürtler, sosyal medya üzerinde bu barbar ve çağ dışı görüntüleri izledikten sonra olay yerine akın etmiş ve bu çağ dışı ırkçılığı protesto ederken, öfkelerini kontrol edememiş ve bir dizi hoş olmayan taşkınlıklara sebep olmuşlardır. Zat-ı aliniz olaylar karşısında daha olgun ve gerçekçi açıklamalar yapmanız beklenirken, şu talihsiz açıklamaları yaparak 72 milyon Kürt halkının gönül dünyasında bir üzüntü yaratmış adeta Kürtleri terörize eden bu kederleyici ifadeleri, ırkçı ve İslamcı teröristlere cesaret vermiş ve Kürt düşmanı Erdoğan’i sevince boğmuştur.

Sayın Başkan Alexander De Croo,

Yaptığınız bu talihsiz açıklamalarınızdan dolayı sizi mazlum Kürt halkından özür dilemeye davet ediyorum! Çünkü yüzyıldır toprakları işgal edilen, dilleri yasaklanan, siyasi egemenlikleri ellerinden alınan ve vatanlarından göçe zorlanan Kürtler mi terörist oluyor, yoksa Kürtlere bu kadar kötülük yapan Türk devleti ve bu haydut devletin kötülüklerini meşru gören Belçika’da yaşayan ırkçı Türkler mi? Bu anlamda, Erdoğan ve Türk toplumunun ezici çoğunluğu Kürt düşmanıdır. Hak ve adalet mefkûresinden uzaktırlar. Yani; ganimetçi, fetihçi ve emperyalist düşüncelere ve pratiklere sahiptirler. Bu tehlikeli siyasi düşünceleri analiz eden insanlardan biri de siyaset bilimine psikoloji kavramını kazandıran Amerikan Yale Üniversitesinden HaroldLasswell’ın çalışmaları, bize Erdoğan’ın psikolojisini anlamamıza yardımcı olacağını düşünüyorum: Lasswell, ırkçı politikacıların zihinsel olarak siyasete dengesiz başladıklarını, güç ve egemenliği hiçbir millet ve hiçbir devletle paylaşmamak için bu amaçla siyasete atıldıklarını söyler. Platon, “Devlet” adlı eserinde; “bu tür siyasi insanlar çılgınlaşmak zorundadırlar, çılgınlaşmak doğalarında vardır, hiçbir kimseye güvenmezler, hayali düşman üretirler, bütün devletleri ve milletleri düşman görürler ve bu psikolojiyle daha çok güç toplarlar.” İfadelerini kullanır.

Üzülerek şu hakikati de söylemek istiyorum: Yaptığınız talihsiz açıklamalarınızla, Türk ırkçılarını ve İslamcı Erdoğan’ı fazlasıyla şımartıyorsunuz! Türk devletinin elebaşı Erdoğan ve onun İslamcı şürekâsı Kürdistan ülkesine ve milletine her türlü kötülüğü yaptı ve bu kötülüklerine tüm gücüyle devam ediyor. Bu durumu siz de gayet çok iyi bilen devlet başkanlarındansınız.

Sayın Başkan Alexander De Croo,

Mektubuma şu soruyla son vermek istiyorum: Evet, biliyorum, savaş çok çirkin bir şey! Millet olarak asla biz savaşı arzu etmiyoruz. Biz Kürtler millet olarak; barış diyoruz, yok diyorlar, kardeş olalım, yok diyorlar, demokratik ve parlamenter yollardan hakkımızı istiyoruz ona da yok diyorlar! Peki, ne yapalım?

Saygılarımla,

Kadir Amaç – Yazar

Brasschaat – Belçika.

KÜRT HALKI ABDULLAH ÖCALAN HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYOR!

Bazı liderler, zekalarını ve enerjilerini yönetme işlerinin çoğunu kontrol etmeye ayırır; detaylara düşkün ve her şeyle uğraşma meziyetine sahiptirler. Ancak bazıları da tam tersine her şeyle uğraşmaz, bir dizi önemli meselelerde idare etme insiyatifini kullanır ve genellikle idare işlerinin çoğunu güvendiği ve emri altındaki görevlilere bırakır.  

Eleştirmenler ve yönetim uzmanları her iki lider profilini yanlış bulur ve bunun yerine vasat ve mutedil bir yol izleyen liderin çok daha başarılı olacağını önerir.  Bu mahfilde, Hobbes ve Machiavelli, siyasi hareketleri yönetme hususunda, liderleri kurnazlığa ve manipülasyona teşfik eder.  

Eleştiri sanatı, kültürü ve teorisi üzerine sanırsam  en kapsamlı çalışmalar yürüten ”Frankfurt Ekolü”dür. Bu ekolün üyeleri olan yüzlerce düşünür, ”eleştiri teorileri”ni bilimsel ve entelektüel zaviyede gerçekleştirmiştir. 

Gerçekçi düşünmeyenler zalim ile mazlum, yöneten ile yönetilen, hak ile batıl arasındaki farkı, geometrik ve aritmetrik bir hesapla ortaya koyamazlar.  Çünkü ütopyacı düşünceler hayatı bulanık görür. Tıpkı Goethe’nin ”Fauts”u gibi, ”Ah şu an, o kadar güzelsin ki, ebediyen öyle kal!”  

Realistler ve Post Modern Düşünürler ”bu şey berraktır” ya da ”kesin  böyledir” demiyorlar; belirsizlikle temas kurarlar, ondan bulduklarını, gördüklerini ve his ettiklerini bilim dünyasıyla paylaşırlar.

Dolayısıyla doğruluk sabit bir şey değildir; bugün doğrudur, yarın doğruluğu yanlışlama ihtimali yüksektir! Ama hakikat öyle değildir; çünkü hakikat ontolojik ve primordiyal yasalardır. Kişinin bir ”şeyin” farkında olmaması, mekan ve zamanı geometrik ve aritmetik hesaplayamaması demektir! Sanırsam şunu demek istiyorum:  

 Ahmaklara her gün gülüyorum (!) Çünkü olmayan bir şeyi olmuş gibi gösterirler. Eleştiriyi ve sevgiyi birbirine karıştırarlar ve aynı klasmanda görürler. Yapamadıkları bir şeyi başkasına söylerler, iyilikten çok bahs ederler; ama kalplerinde sadece kötülük barındırırlar! 

Hiç bir şey olmayıp (sıfır)  kendini bir şey zan eden ve suyun üzerinde yürümeye cesaret eden bu sarhoşların sayısı bir hayli fazlayken; Kürt düşünce dünyasında eleştirel teorisyenlik yapabilen bir yazarın hala içimizden  çıkmamış olması düşündürücüdür! Oysa ki bilinmsel değerlendirmeler ve eleştirel teoriler özgürleştirir. 

Lider ve liderin misyonuna yönelik yapılan ”eleştiri teorileri” konusunu Kürt lider Abdullah Öcalan üzerinde somutlaştırmak istiyorum. Kürt yazarlar liginde şimdiye kadar Abdullah Öcalan’ın liderlik performansıyla ilgili tek bir eleştirel makale ve tek bir eser yazılmadı. 

Bunun yerine Abdullah Öcalan’ın şahsını hedef alan Küfür, aşağlama ve iftira içerikli yazılar yazılmakla yetinildi. Öyle ki bu fırka her fırsat bulduğunda Abdullah Öcalan’a ağza alınmayacak çirkin sözler savururken, benim de bu küfür orkestrasına katılmam için özel bir çaba harcandığını söyleyebilirim!

 Diğeri ise PKK içinde  Abdullah Öcalan’ı ilk putlaştıran, marjinal ve radikal gruptur. Öcalan’dan çok daha Öcalancı olan, onun isimiyle isim yapan, düzen kuran ve  kendine rakip gördüklerini Öcalan ismiyle dışlayan, hedef gösteren ve tasviye eden bu tür Apocuları Abdullah Öcalandan dinleyelim: 

”Benden daha muthiş bir Apocu ortaya çıkıyor, ”en doğru apocu benim diyor” ”Nasil Kürt olduğunu ispatla” diyorum. Eylemde, anlamada, okumada ve örgütlemede hizmet yok; ama isim yapmada da üstüne yok. Önünü bıraksam hepsi beni kat be kat aştığını söyleyecek. Hepsi astığı astık kestiği kestik” SERXWEBUN, Şubat 1993

Bu ‘‘çok bilmişler” fırkası Öcalan’ın liderlik misyonuyla ilgili bilimsel bir çalışma ortaya koymaları gerekirken, Küfür, iftira, manipülasyon ve PUTLAŞTIRMAYI tercih ettiler. Bu duruma bilimsel şahitlik yapmam gerektiğini fark ettim ve 25 Şubat. 2020 tarihinde ”PKK lideri Abdullah Öcalan’a Mektup” başlıklı bir yazı kaleme alarak mütefekkir olma sorumluluğumu yerine getirdiğimi sanıyorum. 

Doğrusu Abdullah Öcalan’ın hayatı, elem ve kederden başka bir şey değildir! Çok büyük bir sorumluluk altında olduğunu, koşulların kendisini çok zorladığını, müzakere edecek bir kaç Kürt fikir insanına ihtiyaç duyduğunu, halkına ÖZGÜRLÜK  SÖZÜNÜ verdiğini ve halkın ona sonsuz güvendiğini his edebiliyorum. 

Evet, bazıları Öcalan’ı sevse de sevmese de  Kürt halkının ezici çoğunluğu onu  kurtarıcı bir lider, işgalçi devletlerle müzakere masasına oturması gösterilen bir lider, tüm dünya’da tanınan bir lider ve yüreklerinin başkenti gördükleri bir lider görüyorlar. 

Yeri gelmişken değerli okurlarıma Öcalan hakkında ne düşündüğümü paylaşmak istiyorum: Bir dizi  konularda onun gibi düşünmesem de  şu gerçeği söylememe engel değildir: Abdullah Öcalan’ı felsefe, sosyoloji, modernizim ve siyaset bilimi konularında yetkin bir müteffekir ve hatalarıyla birlikte genel anlamda başarılı bir lider görüyorum! 

Evet, Kürtler içlerinde dünyaca ünlü, akıllı ve barışsever bir lider çıkarmayı başardılar! İkincisi, içlerinde çıkardıkları bu lidere bağlılar; ona güveniyorlar, onu seviyorlar, değer veriyorlar, büyükleri ve öğretmenleri görüyorlar! 

 Bu liderin ”barış süreci”ni, realist ve paragmatist bir epistomoloji izleyerek, başarıya tam imza atmışken; tercübesiz ve marjinal bir kaç HDP’li yöneticinin  herşeyi alt üst ettiğini düşünüyor. 

Ancak Türkler henüz Kürtler gibi içlerinde  akıllı ve barışsever bir lider çıkaramadılar! Türkler aralarında akıllı ve barışsever bir lider çıkarmayı başarabilirlerse, çıkaracakları bu lider Abdullah Öcalan ile el sıkacaklarını düşünüyorlar! 

Dolayısıyla 50 yıllık savaşı engelleyen tek şeyin, akıllı ve barışsever liderlerin politik stratejileri ve şansına ortaya çıkacak GÜÇ DENGESİDİR! Siyaset bilimcilere  göre,  güçlü değilseniz egemen olan güç sizi, rüzgarın yaprağı savurduğu gibi savurur. Hiç şüphesiz güç askeri, siyasi, ekonomik, medya ve psikolojik amilleri kapsar. İkincisi, güçler birbirlerini dengelemediği zaman, kaos ve tedhiş iklimi hüküm sürer. Ama güçler birbirlerini dengelediği vakit, şekavetin yerine  suhulet geçer. Gene de siyaset bilimciler en iyi güç türünü rasyonel ikna yöntemini referans gösterirler. 

Bu zaviyede Kürtlerin, geometrik ve aritmetrik gücünü hesaplayarak HDP’yi teorileştiren PKK lideri Abdullah Öcalan, HDP‘yi pratik alana kanalize eden  ve milyonlara mal eden gene PKK’ nin real gücü bir gerçek!

Son olarak şunu söylemek istiyorum:Türkler, Araplar ve Farisiler biz Kürtlerin öğretmenleri değildir! Biz Kürtlerin öğretmeni  Kawayê Hesinker, Ehmedê Xanî, Qazî Mihemed, Cigerxwîn, şehidlerimiz ve Abdullah Öcalan’dır. 

Kürt Aydınlarına Çağrı!

Kürt Aydınlarına Çağrı!

Ülkesi işgal altında olan, anadilde eğitim dahil doğuştan gelen tüm hakları inkar edilen yalın ayak Kürt milletinin  değerli aydınları!

Halıhazırda toplamda 56 tane Müslüman devlet var. Bunların sadece 22 tanesi Arap devleti. Pekâlâ, elli 50 milyona varan nüfusuyla ve 530.000 metrekare yüzölçümüyle Kürtlerin hâlâ yerküre gezegenimizde  devletsiz olmalarında biz Kürt aydınların suçu yok mu? Ülkemizin dört parçasına yönelik vahşi bir savaş sürerken, ülkemiz tarumar edilirken, geleceğimiz karartılmaya çalışılırken, gerçek aydın sorumluluğu gereği yaşananlara kayıtsız kalamayız. Bu anlamda dünyada, dört parça Kürdistan’da ve özellikle Avrupa’daki Kürd aydınların bir kurumsallaşma çabası içinde bulunması tarihsel bir zorunluluktur.

Halkımıza yönelik sürmekte olan soykırıma karşı hiçbir askeri ve siyasi oluşuma dayanmayan, özgürlüğümüzü ve kurtuluşumuzu esas alan, ulusal çıkarlarımızı partiler üstü tutan, tüm Kürt partilerini bir tarağın dişleri gibi musavi gören, sömürge statüsünün de altında olan Kürdistan ülkesinin bağımsızlığına ve Kürdistan milletinin kurtuluşuna hizmet eden bir birliğe acilen ihtiyacımız var.

Bu vesile ile işgalci Türk-Arap-Fars egemenlerinin vatanımızdaki siyasi ve askeri varlığına son vermek, dağınıklığımızı milli birliğe dönüştürmek, ulusal egemenliğimizi amaçlayan bilim, demokrasi ve adalet bilinci ile hareket etmek sorunluluğu ile karşı karşıyayız.

Gidişatı gerçekçi biçimde değerlendirmek, yararlı stratejik fikirler üretmek, siyasi oluşumlara entelektüel destek sunmak için ” ÖZGÜR KÜRT AYDINLAR HAREKETİ” adı altında Kürdistan ve  Avrupa genelinde kapsamlı bir tartışma zemini yaratarak nihayetinde bir konferansta buluşmayı öneriyorum.

Partilerin, siyasi örgüt ve kurumların işlevleri farklıdır; fakat önerdiğimiz konferansa temsilci gönderebilirler. Siyasi kurumlar ulusal çıkarların yanı sıra örgütsel varlık göstermek için örgütsel-partisel çıkarlarını da fazlasıyla düşünür ve kollarlar. Aydınlar ise bu zorlu süreçte ulusal değerleri, ulusal kurtuluşu, ulusal birliği ve toplumsal aydınlanmayı her şeyin üstünde tutarlar.

Bilindiği gibi aydın insan, ait olduğu halkın ya da içinde bulunduğu toplumun özgürlüğünü savunan, tarihsel-toplumsal ortamı sağlıklı bir şekilde analiz eden, sorunları ortaya koyan ve daha iyi, daha güzel, daha yaşanası bir ortamın gerçekleşmesinin sorumluluk bilinciyle bunun mücadelesini verendir. Kısacası aydının partisi, lideri ve çıkarları olmaz. Aydın toplumun vicdanı, kalemi, kitabı ve öğretmenidir. Yada uyutulmuş ve köleleştirilmiş bir toplumun peygamberidir!

Kürd halkının parçalanmışlığı, sömürge koşulları ve dünyaya dağılması sonucunda Avrupa’da bir Kürd diasporası oluştu. Bugün Kürd aydınların birlik içinde olması her zamankinden daha vaciptir. Kürdistan’ın her dört parçasında sürmekte olan özgürlük mücadelesi karşısındaki aydın sorumluluğu ile halkımızın toplumsal aydınlanmasına katkı sunan, ulusal haklarını savunan örgütlü bir yapıya ivedi bir ihtiyaç kaçınılmazdır.

Kürd aydınları, kısa vadede neler yapabilir? Kürd halkının ciddi bir asimilasyon ve hatta katliam ile karşı karşıya olduğunun bilinciyle, partiler arası milli birliği savunarak Kürdistan’ın herhangi bir parçasında gelişen ulusal davaya moral destek ve perspektif sunmanın yanı sıra, parçalar ve partiler arası köprü rolünü oynayabilir. Başta Amerika Birleşik Devletleri, Batı Avrupa Devletleri, İslam ülkeleri,  Birleşmiş Milletler ve Avrupa Parlamentosu ve benzeri ulıuslararası kurumlarla dostluk ve diplomatik ilişkiler geliştirmek ve Kürdistanın bağımsızlık davasını küreselleştirme insiyatifİ alabilir.

Bu saydıklarım ve daha da önemli ve ivedilikle görülecek önermeler için  bir dizi konferanslara mutlaka ihtiyaç vardır. Bunun için de önceden bir ‘’Hazırlık komitesi’’nin aramızda seçilmesi  ve şimdilik için, bu deklarasyonu imzalayan aydınların bir araya gelerek birleşmelerini ve gelecek bir dizi konferansların ardından kurumlaşmaya gidilmesini  öneriyorum.

Saygılarımla

Kadir Amaç

Belçika-Brüksel

Not: Deklarasyonu okuyan ve  imzalamak isteyen aydın arkadaşlar ad, soyad, branş ve yaşadıkları ülkenin adını yazıp şu adrese gönderebilirler: Kadiramac@hotmail.com   https://twitter.com/KADIRAMAC

Şivan Perwer Bir Sanat Dehası!  

                          Şivan Perwer Bir Sanat Dehası! Kadir amac imza günü

                                                                                                    8-8-2022 Brüksel

Sevgili Şivan Perver, sevgili eşim Ayşe ve biricik kızım Arjin ile birlikte bizi ailece evinize konuk ettiğiniz. Gerçekten de benim için kesinlikle inanılmaz bir deneyimdi. Evinizde geçirdiğim süre boyunca sohbetinizde çok büyük bir keyif aldığımı belirtmek istiyorum.

Sıcaklığınız, entelektüel sohbetiniz ve misafirperverliğiniz için büyük bir teşekkürü hak ettiğinizi düşümüyorum.

Kısaca söyleyebileceğim tek şey, insanlığınıza, şerefinize, Kürtlüğünüze ve nazik konukseverliğinize  tüm kalbimle taktir ediyorum ve gönül dünyamdan bir demet gül koparıp zat-i alinize armağan ediyorum.

Sevgili Şivan Perver, müziğin sosyolojisini kısaca şöyle tanımlamak istiyorum: Yeryüzünde hiç bir milletin müzikle alaka kurmadığını söyleyemeyiz. Her millet ve her medeniyetin sprütüel dünyasının müzikle dışarıya yansıdığını söyleyebiliriz. Yani, müzik bir medeniyetin ve bir insan topluluğunun duygu ve düşünce dünyasını ya da mirvanasını en güzel şekilde icra etme sanatıdır.

Bu bağlamda edebi bir düşünceyi ya da bir görselliği en güzel şekliyle yansıtan veya ifade edebilen kişiye de sanatçı diyebiliriz. İkincisi: Sanatçı, gerçek olayları estetik öğelerle birleştirerek insanların zihnine kazıyan ve aydınlık bir uygarlığın başlamasına destek olan kişidir.

Bahs konusu ettiğimiz sanatçı kişilik bazen bir heykel bazen bir şiir bazen bir beste bazen bir müzik ve bazen de bir sahne performansını göstererek sanatını icra eder. Yani kısacası Sanatçı-muzisyen olabilecek insanın, görsel ya da işitsel olarak estetik öğeler üretebilmesi gerekmektedir. Üretemeyen insan sanatçı-muzisyen olamaz.

Pekâlâ., Kürt sanatı ve Kürt müziği bugün dünya müzik liginin neresinde yer alıyor?  Ya da Kürtler, sanat ve müzik alanında yaratıcı olabiliyorlar mı?

Bana göre Kürtler hem sanat ve hemde müzik dalında son yıllarda başarılı işler ortaya çıkarabilmişlerdir. Kürtler eğer bugün, dünya sanat ve müzik liginin en üst sıralarında yer alamıyorlarsa, bu durumun en büyük sebebi Kürtlerin devletsiz olmalarından kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü, sanat ve müzik devletle güçlenir ve devletle tanınır.

Kürt klasiklerine gelirsek; çok sayıda değerli dengbej ve ozanlarımız vardır. Bu anlamda Kürt müziğine ve sanatına her Kürt sanatçısı kendi imkanları oranında katkı sunmuştur.  Dengbejlerimizin büyük bir bölümü, yöre ve bölge düzeyinde dinleyici bulmuşlardır. Ancak o dönemin imkanlarını da gözardı etmememiz lazım.

Lakin Şakiro, yöresel ve bölgesel sınırları aşarak, dört parça Kürdistan ve diyasporada yaşayan milyonlarca Kürtlerin, gönül dünyasında ve müzik repertuvarında taht kurmayı başaran büyük bir dengbejimizdir. Millet olarak Şakiro’ dan gurur duymalıyız. Önemlisi, diğer dengbejlerimizede sahip çıkmalıyız ve dengbejlik  kültürümüzü milli bir sanat haline dönüştürmeliyiz. Çünkü dengbejlik Kürt milli hafızasını temsil ediyor ve  Kürtlüğe dair ne varsa dengbejlik kanalıyla yeni nesillere ulaştırıldığını biliyoruz.

                                      Sevgili Şivan Perver,

dünya müzik ligine dangasını vuran ve tüm halklar tarafından dinlenen çok sayıda ses sanatçısının olduğunu biliyoruz. Kürtlerde, Şiwan Perver ve Şakiro en fazla dinlenen iki büyük ses sanatçısı olduğu hiç kimse inkar edemez. Değerli Şakiro ‘yu daha çok Kürtler dinlerken, za-i alinizi hem Kürtler, hem Türkler, hem Araplar, hem Ermeniler, hem Suryaniler ve hem de dünyanın çeşitli halkları dinliyor.

Gelmiş geçmiş en büyük Kürt sanatçılarından biri olarak kabul ediliyorsunuz ve yaptığınız muzikle ilgili söylenebilecek çok şeyler var. Özellikle ses ve sahne performansınız karşısında izleyicilerinizi adeta  mirvanaya çıkarıyor ve izleyicinin sanat ve ruh dünyasında muhteşem bir müzik iklimini yaşatıyıorsunuz.

Tıpkı Michel Jackson’un ‘’Smooth Criminal’’ adlı efsane parçasının performansında yaptığı ‘’anti-kütleçekimi eğimi hareketi’’ gibi. Yani sahnede ayak parmaklarıyla öne doğru eğildiği ve düşmeden eğik bir pozisyonda kaldığı bir dans figüründen bahs ediyorum.

Oysaki bu performans Jackson’un zekice bir sahne HİLESİYDİ. Sahne ekibi onun için sahneyi önceden hazır hale getirmiştir. Sahne çalışanları kimsenin bu hileyi  görmeyeceği bir bölüme bir tahta yerleştirirler, sağlam şekilde çivilerler ve üzerine ayakabı topuklarının bu çivileri yakalayıp tutunabilecek V şeklinde bir mekanizmayı yerleştirirler. İşte Jackson, sahnede izleyicinin göremediği bu mekanizma üzerine ayak topuklarını yerleştirerek öne doğru eğiliyor ve şow yapıyordu.

Ancak zat-i alinizin sahne performansını Michel Jackson gibi hile yöntemiyle icra etmiyorsunuz.  Sahne performansınız doğal bir trans halidir. Çünkü o sanatın içinde ‘’fenâfillah’’ olmuş birisiniz. İranlı filozof Ali Şeriati, ‘’Yanlızlık Sözleri’’ adlı eserinde belirtiği gibi; ‘’Hasret, acı ve ıstırap duyulan şeylerin ifadesi ya da olması gerektiği halde olmayan şeyin yaratılması demek.’’ derken tam bu noktada Şivan Perwer’ın Kürtlerin hasretini, acılarını ve ıstıraplarını ‘’KİNE EM?’’ parçasıyla dile getirdiğini anımsatıyor biz Kürtlere.

Cegerxwîn’in “Kine em?” şiiri, Kürtleri ontolojik ve promordiyal köklerine dönüştürürken; zat-i alinizin  aynı muhteşem yaratıcı sesinizle buluşunca, özellikle Kuzeyli Kürtlerin yeni bir bağımsızlık hareketine dalga dalga uyanmaya başladınız. Cegerxwin “Kine em?” sorusuna aynı şiirde Şivan Perwer şu cevabı veriyordu: “Cotkar û karker/ Gundî û rênçber/ hemû proleter/ Gelê Kurdistan.” Milyonların yüreğini isyana kaldırıyordunuz.

Sevgili Şivan perwer’in “Kine em?” parçasını dinlediğimde Ahmede Xane’nin ”Mem Û Zin”, Şakiro’nun ”Siyabend ile Xecê” Fuzuli’nin “Erenler’ Bahçesi”, Shakespeare’in “Soneler”, Mozart’ın ”Requiem”, Pavarotti’nin ”O Sole Mio” eserleri gibi bana muthiş bir mutluluk veriyor. En önemlisi Şivan Perwer, Kürdistan bağımsızlık fikrini ve bilincini milyonlarca Kürtlerin, ruh ve gönül dünyasına yerleştiren ve onları müziğiyle isyana kaldıran, büyük bir sanatçı ve iyi bir entelektüel olduğunuzu itiraf ediyorum. Tekrar teşekkür ediyorum.

Sevgili Şivan Perver,

bakınız bu konuda benim gibi düşünen biri daha var: Kürt lider Abdullah Öcalan, 1999’da Roma’da bulunduğu sırada yılbaşı akşamını Şivan Perwer ve Kürt gazeteci Mahmut Baksi’yle geçirmek ister. Görüşme sırasında her iki değerli Kürt aydını Öcalan’a bunun sebebini sorunca şu yanıtı alır: “Ben bu yola şarkılarla başladım… Benim arzum, sanatsal hünerdir. İyi şarkı söyleyen biri, benim nazarımda yüz komutandan daha önemlidir… Sanata dökülen bir söz, bir merminin yüzde yüz hedefini bulması gibidir… Şivan, Ankara’da hem sesiyle hem de emeğiyle bizimleydi. Etle tırnak gibiydik. Fakat ‘Beko’, bizi birbirimizden uzaklaştırdı. Tabii bazı ahmak Kürtlerin de bunda etkisi oldu, bizim de kusurlarımız oldu… Şivan’ın geldiğini öğrendiğimde, ‘bu çok iyi oldu’ dedim. Biz artık manevi bir birlik yarattık. Manevi birlik olmadan savaş yürümez.”

Kısacası sevgili Şivan Perwer, dünya müzik liginin en iyileri arasında yer almayı başaran büyük bir Kürt mamoste! O benim, müzik konservatuvarımın başkenti ve ”hozanê  Kurdistan” ve ”endamê Kurdistan”ı dır!